Sunday, November 11, 2007

GÜNLÜK PLÂN
GÜNLÜK PLÂN

Dersin Adı : Türk Edebiyatı

Sınıf : 9-C,H

Ünitenin Adı –No : Olay Çevresinde Oluşan Edebî Metinler-3. Ünite

Konu : Anlatmaya Bağlı Edebî Metinleri İnceleme Yöntemi (Metin ve Zihniyet)

Önerilen Süre : 40’+40’

Öğrenci Kazanımları (Hedef ve Davranışlar) : *Metnin yazıldığı dönemdeki hakim zihniyeti fark eder. *Metnin yazıldığı dönemde tartışılan sanat anlayışlarını belirler. *Metnin yazıldığı dönemin sosyal, siyasî ve kültürel hayatının özelliklerini belirler. *Yazarın, dönemin kültür ve sanat hayatıyla ilişkisini belirler.

Öğretme, Öğrenme Yöntem ve Teknikleri : Takrir, Soru-cevap, beyin fırtınası, problem çözme, inceleme, uygulama.

Kullanılan Eğitim Teknolojileri, Araç Gereç ve Kaynakça : Ders kitabı, Üniversiteye Hazırlık Kitapları, Türkçe Sözlük (TDK), Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat (Ferit Devellioğlu)

Öğretme ve Öğrenme Etkinlikleri :

*Dikkati çekme-Güdüleme: “* Seyrettiğiniz bir yerli filmle yabancı film arasındaki farklar neden kaynaklanır? (Dönemin dinî, siyasi, sosyal ekonomik, sivil, askerî hayatının duygu anlayış ve zevk bütününü düşünerek cevaplayın) *Cumhuriyetin ilk yıllarında sosyal, siyasi ve kültürel ortam hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?”

soruları ile derse başlanır.

*Gözden geçirme : Anlatmaya bağlı edebi metinler incelenirken dikkat edilmesi gerekli noktalar şunlardır :

“a) Metin ve zihniyet b) Yapı c) Tema d) Dil ve anlatım e) Metin ve gelenek

f) Anlama ve yorumlama g) Metin ve yazar”

Bunlardan birincisi zihniyettir. Yazarlar yaşadıkları dönemin sözcüsüdür. Çünkü yaşadıkları dönemin özelliklerini eserlerinde yansıtırlar. Asıl amaçları bu olmasa da…

*Derse Geçiş: Anlatma esasına dayalı edebî metinler yazıldıkları dönemin sosyal, ekonomik ve siyasal yapısını; sanat anlayışını çeşitli bakımlardan yansıtır. Çünkü o dönemde geçerli olan sanat zevki ve anlayışına uygun yazılmışlardır, dönemin dil ve kültürünü kullanarak ortaya konulmuşlardır.

Örneğin destanlarda fizikî güç üstünlüğü ve olağanüstü durumlar belirleyicidir. Çünkü destanların oluşum dönemlerinde, yan kavmî dönemlerde hakim zihniyet olağanüstü güçlerle donatılmıştır. Daha sonraki destanlarda fizikî güç yerini kahramanlık ve dinî duygulara bırakır. Masallarda da olağanüstü güçler hakimdir. Mesnevîlerde İslâm uygarlığının zevkine ve anlayışına uygunluk vardır. Tanzimat romanlarında hakim zihniyet halkı eğitmek olduğu için romanlarda okuyucuya mesajlar verilir. Servet-i Fünûn döneminde ise kişisel konulara değinilmiştir. 1940’lı yıllara kadar doğu batı çatışması üzerinde durulmuştur. 20. yy başlarından itibaren ise milliyetçilik hareketleri edebiyatımızı da etkilemiştir.

“Kavak Yelleri” isimli metin okunur ve öğrencilere 1. Etkinlik yaptırılır.

*Bireysel öğrenme etkinlikleri: “Asiye Teyze’nin Evi” isimli metin okunur ve 2. Etkinlik öğrencilere yaptırılır.

*Özet : Bütün yazınsal metinler gibi anlatmaya bağlı yazınsal metinler de ortaya konuldukları zaman diliminin genel özelliklerini, düşünsel evrenini yansıtır.

Ölçme ve Değerlendirme: S.96’daki sorular cevaplandırılır.

Plânın uygulanmasına ilişkin açıklamalar :

günlül plan

Dersin Adı : Türk Edebiyatı

Sınıf : 9-C,H

Ünitenin Adı –No : Olay Çevresinde Oluşan Edebî Metinler-3. Ünite

Konu : Olay Çevresinde Oluşan Edebî Metinleri Tanıma ve Gruplandırma

Önerilen Süre : 40’+40’

Öğrenci Kazanımları (Hedef ve Davranışlar) : *Olay çevresinde oluşan metinleri gruplandırır. *Anlatmada ve göstermede, dilde ve ifade biçiminde gerçekleşen değişiklikleri fark eder. *Anlatmaya bağlı metinlerin hangi edebî türleri oluşturduğunu belirler.

Öğretme, Öğrenme Yöntem ve Teknikleri : Takrir, Soru-yanıt, dramatizasyon, beyin fırtınası, problem çözme, inceleme, uygulama.

Kullanılan Eğitim Teknolojileri, Araç Gereç ve Kaynakça : Ders kitabı, Üniversiteye Hazırlık Kitapları, Türkçe Sözlük (TDK), Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat (Ferit Devellioğlu)

Öğretme ve Öğrenme Etkinlikleri :

*Dikkati çekme-Güdüleme: Öğrencilerden seyrettikleri bir sinema filmini ve bir tiyatro oyununu hikâyeleştirerek yazmaları istenir.Yazılan metinle seyredilen metin arasında ne gibi farklar olduğunun belirlenmesi istenir.

*Gözden geçirme : Olay çevresinde oluşan edebî metinler iki gruba ayrılır: Anlatmaya bağlı edebî metinler, göstermeye bağlı edebî metinler.

İnsanın kendini ifade etmesinde üç temel anlatma biçimi vardır: Bunlardan biri kişinin kendisini coşku ve heyecanla dile getirmesidir. Bu her türlü şiirin kaynağıdır. İkincisi insanın gördüğünü, duyduğunu düşündüğünü anlatması veya nakletmesidir. İnsan olan her yerde anlatma ve nakletme vardır. Her dönem kendi anlatma biçimiyle gelir. Dönemin zihniyeti anlatma ve nakletme biçimlerini de belirler. Çünkü bütün insan etkinliklerinin zihniyetle ilişkisi vardır. Daha ilk dönemlerden itibaren anlatıcı, anlatmaya bağlı edebî metinleri oluşturmaya başlamış, toplum da bunları benimsemiştir. Masal ve destanlar böyledir. İnsanın kendini ifade etmesinde üçüncü yol göstermedir. İnsanın anlatma ve nakletmeyle gerçekleştirdiği etkinlikleri bu kez sahnede canlandırılarak sunulur. Genel olarak tiyatro adı verilen bu etkinlikte anlatmanın yerini gösterme alır.

*Derse Geçiş: Ders Kitabındaki “Köpek” ve “Vatan Yahut Silistre” adlı metinler okunur. İki metin arasındaki benzerlik ve farklılıklar belirlenir. Buna göre Metinlerin yapısının, olay örgüsü, kişiler, zaman ve mekân unsurları üzerine kurulması her ikisinin de edebî metin olması gibi benzerlikler yanında; Vatan Yahut Silistre adlı metnin gösterme, Köpek adlı metnin anlatma amacıyla yazılması, Köpek adlı metinde tasvirlere yer verilmesi, Vatan yahut Silistre adlı metinde bunun parantez içi ifadelerle sağlanması gibi farkların bulunduğu belirlenir.

Öğrencilere S. 91’deki 2. Etkinlik yaptırılır.

Anlatmaya bağlı edebî metinler destan, masal, halk hikâyesi, mesnevi, manzum hikâye, hikâye ve romandır. Göstermeye bağlı edebî metinler ise tiyatro genel başlığı altında toplanmaktadır. Geleneksel Türk tiyatrosundan ortaoyunu, Karagöz, meddah, köy seyirlik oyunları; modern tiyatrodan da komedi, dram, trajedi göstermeye bağlı edebî metinlerdendir.

Anlatma esasına bağlı edebî metinler, yaşadığımız dünyada gerçekleşmiş veya gerçekleşen bir olayı görüşü olduğu gibi anlatmazlar. Sanatçı dış dünyadan aldığı gerçekliği, kendi duygusu, iç dünyası, yaşadığı dönemin özellikleriyle ve düşünceleriyle yoğurur; yaptığı seçimi okuyucunun hizmetine sunar. Bunu yaparken anlatacağını bir olay çevresinde ve bir anlatıcı ile oluşturur. Anlatmaya bağlı edebi metinlerde yaşadığımız dünyadan hareketle yeni bir kurmaca evren anlatılmaktadır. Amaç da okuyucuda estetik yaşantı uyandırmaktır.

Masal ve destandaki olağanüstülükleri ve farklı egzotik mekânları, halk hikâyelerindeki duygusallığı, mesnevînin sanatlı ve hayal ürünü anlatım tekniğini, roman, hikâye ve manzum hikâyenin insanı yorumlayan değerlendiren ve betimleyen anlatımını sahnede canlandırmak imkânsızdır.

Göstermeye bağlı edebî metinlerde kurmaca olay veya olay örgüsünü bir sahne düzeninde topluluk önünde canlandırmak esastır.

*Bireysel öğrenme etkinlikleri:S.92’deki “Kaşağı” isimli hikâyeden alınan metin okunur. Bu metnin olay çevresinde gelişen edebî metin türlerinden hangisine ait olabileceği sorulur.

*Özet :Demek ki anlatma ile destandan modern romana kadar oluşan metinler; gösterme ile ilk tiyatro denemelerinden günümüze kadar gerçekleşen tiyatro metinleri; coşku ile dile getirme ile de her türlü şiir ortaya konmuştur.

Ölçme ve Değerlendirme:S.93’teki sorular cevaplandırılır.

Plânın uygulanmasına ilişkin açıklamalar :

Koşuksal ürün incelemeleri.

GÜNLÜK PLÂN
Dersin Adı : Türk Edebiyatı

Sınıf : 9-H,C

Ünitenin Adı –No : Şiir

Konu : Manzûme ve Şiir Örneklerini İnceleme

Önerilen Süre : 40’+40’+40’

Öğrenci Kazanımları (Hedef ve Davranışlar) : *Farklı dönemlere ait şiirleri inceler. *Farklı dönemlere ait manzûmeleri inceler.* Farklı dönemlere ait incelediği şiirlerde birimlerin birbirleriyle ilişkisini belirler. *Şiir çeşitleri arasında benzerlik ve farklılıkları belirler. *Dönemden döneme devam eden yapı ve söyleyiş ögelerini belirler. *Sevdiği şiirlerden antoloji oluşturur. *Topluluk karşısında şiir okur. *Sevdiği şiirleri ezberler.

Öğretme, Öğrenme Yöntem ve Teknikleri : Takrir, Soru-yanıt, dramatizasyon, beyin fırtınası, problem çözme, inceleme, uygulama.

Kullanılan Eğitim Teknolojileri, Araç Gereç ve Kaynakça : Ders kitabı, Üniversiteye Hazırlık Kitapları, Türkçe Sözlük (TDK), Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat (Ferit Devellioğlu), İnternetten indirilen sesli şiirler…

Öğretme ve Öğrenme Etkinlikleri :

*Dikkati çekme-Güdüleme: Öncelikle öğrencilere ezberledikleri bir şiir okutturulur. Bu şiiri niçin ezberledikleri ve o şiirden neler anladıkları sorulur. Bir şiirin ezberden okunması ile bir metinden okunması arasındaki fark sorulur.

*Gözden geçirme :

*Derse Geçiş:Ders kitabında yer alan Nâbî ve Necâti Bey’e ait olan gazeller okunur ve sınıf öğrencileri iki öbeğe ayrılarak incelettirilir.

Buna göre 1. Gazelde ritim aruzla sağlanmıştır. Gazel, aruzun “mefâîlün/feilâtün/mefâîlün/feilün” kalıbına göre yazılmış olduğu; uyak örgüsünün aa/ba/ca/da biçiminde olduğu; nazım biriminin beyit ve nazım şeklinin gazel olduğu belirtilir.

Gazelin 1. beytinde artık eğlence meclislerinde eski eğlencenin kalmadığı anlatılmaktadır.

2. beytinde halk arasında cömertlik ve iyiliğin unutulduğunu sadece selamlaşmanın kaldığını belirtir.

3. beytinde sevgiliye seslenir rakibin , onun iyilikleri yüzünden ham kaldığını belirtir.

4. beytinde her şeye kavuşulduğu ama kötülerden intikam alınamadığı belirtilir.

5. beytinde Cenab-ı Allah’tan yapamadıklarını yapmak için izin istediğini belirtir. 1. ve 3. beyt alakalı.1. beyitte telmih, 3. beyitte nidâ sanatı vardır.

Necâtî’nin gazelinde de buna benzer özellikler vardır. Aruz kalıbı 3 fâilâtün 1 fâilün şeklindedir. 2. gazelin dilinin daha sade olması da bir fark olarak düşünülebilir.

Şimdi de ders kitabındaki koşma incelenir. Kafiye şeması abcb, dddb, eeeb, fffb şeklindedir. Nazım birimi dörtlüktür. Dili sadedir. Yarım kafiyeler kullanılmıştır. 11’li hece ile söylenmiştir. Demek ki

şiirin nazım şekli koşmadır. Koşmada: “Noktadır benlerini sayamadım ben”; “Aşkın ateşidir sinemi yakan”; “Boz bulanık seller gibi çağlarım”; “Ayrılık oduna doyamadım ben” dizelerinde teşbih vardır. Şiirin teması aşktır.

İstiklâl Marşı’nın da uyak örgüsü çizilir.
Uyaklar bulunur.
Ölçü aruzun 3 fâilâtün 1 fâilün kalıbına göredir.
Nazım birimi dörtlüktür.
Halk şiirindeki koşma, semai ve ilâhiye benzer; ölçüsünün aruz olması sebebiyledir ki divan şiirindeki şarkı, gazel, kasideye benzer.
İstiklâl marşı bu bakımdan serbest nazma dahil edilebilir.
Şiirde al sancak Türk milletini sembolize eder.
Çünkü milletten tek bir fert kalıncaya kadar bayrak dalgalanacaktır.
Şiirde şafak, sancak ve ocak sözcükleri arasında tenasüp vardır.
“Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım” dizesinde telmih sanatı vardır.
“Korkma” sözcüğünde nidâ sanatı vardır. “Yüzen” sözcüğünde kapalı istiâre vardır.
“Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak” dizesinde mecâz-ı mürsel vardır.
“O benimdir, o benim…” dizesinde tekrîr vardır.
“O benim milletimin yıldızıdır parlayacak” dizesinde açık istiâre vardır.
“Çatma, kurban olayım…” dizesinde teşhis ve “ey nazlı hilâl”de nidâ, “hilâl” kelimesinde mecâz-ı mürsel vardır. …

İstiklâl Marşı’nda Âkif’in sanat anlayışı görülür.(*Millî Edebiyat döneminin dili ile söylenmiş. *Anlamın okuyucunun ruh hâline değil de metne bağlı olması. *Şiirlerine yansıyan toplumsal sorumluluk ve gerçek samimiyet. *Sanat için sanat anlayışı yerine sanatta faydayı gözetmesi, bu nedenle süslü bir anlatımdan kaçınması. Demek ki eser şiirden çok manzûme niteliği taşır.)

Yahya Kemal’in “Ok” isimli şiiri incelenir. Bu metin bir manzûmedir. Çünkü burada olay, yer, zaman ve kişiler mevcuttur. Manzûme hecenin 11’li kalıbıyla yazılmıştır. Kafiye şeması abba, cddc,effe,… şeklindedir. Nazım birimi dörtlüktür.Şiirde tema kahramanlıktır. Şiirde tarihi bir olay anlatılmaktadır. Nazım şekli koşmadır. Şiirin konusu bakımından çeşidi epiktir.

3

Yahya Kemal’in hayatı ile ilgili ayrıntılar üzerinde durulur. (Yahya Kemal rolünü üstlenen öğrenci yardımı ile) Şairin hayatı ve şiir arasında bağlantı kurulmaya çalışılır.

Necip Fazıl’ın “Şehirlerin Dışından” isimli şiiri okunur. Şiirin şekil incelemesi yapılır. Kafiyeler ve ölçü belirlenir. Demek ki şiir 7’li hece ile yazılmıştır. Serbest nazımla yazılmıştır. Nazım birimi yoktur. Tema doğadır. Şehrin bunaltıcılığından kaçıp doğaya ve Yaradan’a sığınma söz konusudur. Konusu bakımından pastoral bir şiirdir.

Necip Fazıl’ın hayatı ile ilgili ayrıntılar üzerinde durulur. (Necip Fazıl rolünü üstlenen öğrenci yardımı ile) Şairin hayatı ve şiir arasında bağlantı kurulmaya çalışılır. Bu şiirde tasavvufî bazı unsurlar yer almaktadır. Aynı zamanda şiirde mağara, orman, ıslık, yılan, çakal gibi doğal gerçeklikle ilgili unsurları kişisel duyguları ifadede kullanmıştır. “Mevsimler boğum boğum/ zamanın ipliğinde” dizelerinde imge vardır. “Haydi yürü, bulalım” dizesinde ise nidâ sanatı vardır. “Kat kat çıkmış evlerin/ O cam gözlü devlerin/ gizlediği âlemi” dizelerinde ise teşbih vardır. “Dereler yoldaşımız” dizesinde kişileştirme vardır. Metinle okuyucuya, bilinçsiz şehirleşmenin sahip olduğumuz bazı güzellikleri yok edişi, mesajı iletilmektedir.

Nazım Hikmet Ran’ın “Davet” isimli şiiri okunur. Şiirde ahenk ses tekrarları ile sağlanıyor. Nazım şekli halk şiirindeki türkü veya divan şiirindeki müstezat benziyor. Şâir şiirinin 1. biriminde Türk medeniyetinin yolculuğundan bahseder. 2. birimde bu vatanın tamamen Türk milletine ait olduğunu belirtir. 3. birimde herkesin kendi ayakları üzerinde durmasını ve sosyal eşitliğin sağlanmasını ister.4. birimde ise insanlar eşit olduğunu ve kardeşçe yaşanması gerektiğini belirtir. Şiirde tema evrensel kardeşliktir.

Nazım Hikmet’in hayatı ile ilgili ayrıntılar üzerinde durulur. (Nazım Hikmet rolünü üstlenen öğrenci yardımı ile) Şairin hayatı ve şiir arasında bağlantı kurulmaya çalışılır. Şiirde bazı söz sanatlarına da yer verildiği belirtilir.

Ahmet Hamdi Tanpınar’nı “Bursa’da Zaman” isimli şiiri okunur. Bu şiirin 11’li hece ile yazıldığı belirtilir. Kafiyesi bulunur. Şiir serbest nazımla yazılmıştır. Çünkü nazım birimi dizedir. Tema Bursa’da zamandır. Şair “Güvercin bakışlı sessizlik” ifadesinde nesnel gerçekliği duygularını ifadede kullanmıştır. Tarih ve tabiat zaman kavramı üzerinde birleşir. Burada tarih, mimarî, felsefe gibi bilim dallarından yararlanılmıştır. Tanpınar’ın hayatı ile ilgili ayrıntılar üzerinde durulur. (Tanpınar rolünü üstlenen öğrenci yardımı ile) Şairin hayatı ve şiir arasında bağlantı kurulmaya çalışılır.Tanpınar’ın genel olarak eserlerinde işlediği; rüya, zaman, musiki ve sağlam bir tarih bilinci bu şiirde de vardır. Şiirde Orhan zamanına telmih vardır. “Onunla bir yaşta ihtiyar çınar” gibi dizelerde de kişileştirme sanatı vardır. “Güvercin bakışlı sessizlik bile” dizesinde teşbih vadır. “Bursa’da eski bir cami avlusu/Küçük şadırvanda şakırdayan su…”gibi dizelerde de tenasüp sanatı vardır.

Johann Wolfgang von Goethe’nin “Sevgilinin Yakınlığı” isimli şiiri okunur. 11’li ve 5’li hece ölçüsü ile ritim sağlanmıştır. Şiir serbest nazımla yazılmıştır. Divan şiirindeki müstezatlara benzer. Nazım birimi dizedir.Şiir dilinde imgelere yer verilmiştir. (Derin geceler) Şiirin teması özlemdir. “Kırda sessizliği dinlerim gece/her şey susunca” dizelerinde tezat vardır.

*Bireysel öğrenme etkinlikleri: Bir şiiri incelerken hangi ölçütler baz alınır?

Yabancı kaynaklı bir şiiri tam olarak dilimize çevirmek mümkün müdür?

*Özet : Şiir incelenirken Zihniyet, ahenk, dil, yapı tema, şiirde gerçeklik ve anlam, şiirde gelenek, yorum ve şairin hayatının şiire etkileri üzerinde durulmalıdır ki tam bir tahlil yapabilelim.

*Ölçme ve Değerlendirme: S. 84-85’teki sorular (Ders Kitabı)

Plânın uygulanmasına ilişkin açıklamalar :

Friday, May 18, 2007

Mimar Kemal mektebinin öyküsü.

Mimar Kemalettin, 13 temmuz 1927' de öldüğünde ardında nasıl bir iz bırakacağını düşünmüş müydü bilemiyoruz? Mimarlık tarihimizde Mimar Kemalettin' in adı Sinan' dan sonra en çok anılan mimardır. Biz artık bu sürecin bir başka yanındayız.

Mimar Kemalettin bey 13 temmuz 1927 de öldüğünde tasarladığı, çizdiği ve yapımını üstlendiği Ankara Yenişehir' deki mektep eğitime açılma aşamasına gelmişti. Mimar' ın ölümü kuşkusuz her ölüm gibi bir erken ölümdü. Mimar ise olağanüstü bir yaratıcı bir kişi idi. Ülkenin özlediği çizgisel kimliğe olağanüstü önem veren olağanüstü bir kişi. Mimarın Çizgisi; tasarım, çizim ve yapıda ulusallık özlemine yanıt arıyordu. Mimar, Mustafa Kemal' in özlemine uygun, Mustafa Kemal' e çok yakın biriydi.

Cumhuriyet için yeni bir yerleşim alanı düşünülüyordu. Ülkenin yönetim yeri, yönetsel yapılar, bu alanların içinde konutlar üretilmeye başlanmıştı. Önemli gereksinimlerden biri olan okul için okul yeri Vakıflar Genel Müdürlüğünce alınmıştı. Okulun tasarımı, çizimi, yapımı ise Mustafa Kemal' in sevdiği, önem verdiği mimara verilmişti. Mimar işini olağanüstü bir titizlikle gerçekleştirdi. Mimar Kemalettin' in yaptığı bu kurum Cumhuriyetin ilk kendine özgü eğitim kurumlarından biri olmuştu.


Mimar Kemal ilk mektebi 1927 eylül' ünde eğitime açıldı. Mimar 13 temmuz 1927' de öldü. Mimarın adını taşıyan okul Cumhuriyete önemli kuşaklar armağan edecekti. Mimar Kemal seksen yıllık geçmişine binlerce özel, nitelikli öğrenciyi sığdırdı. Süha Somer, 1929 mezunu olduğunu söylediğinde şaşkına dönmüştük. Süha Somer, Bülent Ecevit, Ali Bozer, Necip Türegün, Dilhan Ege Eryurt, Yüksel Bozer, Ayhan Hünalp, Turhan Esener, Sermet Refik Pasin, Engin Tör, Ayhan Sümer, Altan Öymen, Murat Oktar, Öztin Akgüç, Fazıl Irmak Tülbentçi, Burhan Doğançay, Muhan Soysal, Bilgin Kaftanoğlu, İbrahim Tahtakılıç, Ali Coşkun, Ragıp Buluç, Ersin Üner, Ömer Akbel, Hasan Cemal, Murat Karayalçın, Şevket Pamuk, Akın Öngör, Memnune Andiçen, İsmail Arar, Atilla Andiçen, Makbule Andiçen, Mukaddes Andiçen, Sinan Alparda, Türkan Kutluay Merdol, Türker Kutluay, Tuncay Kutluay, Can Dündar, Oya Esener Eczacıbaşı... bu okulda okumuş binlerce öğrenciden bazıları.

Mimar Kemal İlk Okulu, 1948 yılında Yüksel Caddesi üzerinde yeni bir yapı ile iki ayrı yapıda tek okul olmuştur. Ana yapı, Mimar Kemalettin' in yaptığı yapıdır. Tescillidir. Ana yapı yüksek tavanları ile özel bir tasarım ve çizimin ürünü olduğunu hemen belli etmektedir. Mimar Kemal İlkokulu, Bayındır sokak, Yüksel caddesi arasında kalan bir alandadır. Altan Öymen, Bilgin Kaftanoğlu, Mehmet Barlas, Erman Toroğlu, Can Dündar, Mimar Kemal anılarından bu ikili yapı içinde söz etmektedirler. Bu ikilinin yapının içine 1951 yılında Matematik öğretmeni Şevki Aksoy; o günkü söylenişi ile orta şubeyi eklemiştir. Bu orta şube 1954 de ilk orta okul mezunlarını vermiş ve 1964 yılına kadar bu ikili yapıda birlikte eğitime katkıda bulunmuştur. Orta okul bölümünün yöneticiliği Şevki Aksoy üstlenmiştir. Yenişehir' in okul gereksinimi artınca Mimar Kemal Orta Okulu için bugünkü Kocatepe yer olarak seçilmiştir. Murat Karayalçın' ın anlatımı le doğal koruluk olan alan şimdi yerinde bulunan Sultan Ahmet Camisi benzeri bir camiye bırakılmış, bu alanın ardında bulunan doğal gölet doldurularak şimdiki orta okulun yapımına başlanmıştır.


Mimar Kemal Orta Okulu, yüklenici Cemil Özgür' ün yapı şirketince yapılmıştır. 1964 yılında eğitim ve öğretime açılmıştır. Şevki Aksoy, Güler Gürpınar, Nida Dak Ataç, Fikret İlseven, Yurdanur Gürses, Seher Atay, Kemal Yalvaç, Nergiz Aycan, Duygu Gürer, Mithat Toker, Nedret Toker' li eğitim kadrosu olağanüstü çaba ve güçle okula kimlik kazandırmak için çalışmışlardır.

Orta okul bölümü 1964' de Tunalı Hilmi Caddesi no 2' ye taşınınca Yüksel Caddesinde bulunan ilk okul iki ayrı yapıda eğitimini sürdürmüştür. Mimar Kemalettin Bey' in yaptığı ana yapı Birinci Mimar Kemal İlkokulu, Orta okulu boşalttığı yapı İkinci Mimar Kemal İlkokul olarak diploma veren eğitim kurumlarına dönüşmüşlerdir. Bir süre sonra İkinci Mimar Kemal İlkokulunun adı bir süreliğine Ergenekon İlkokulu olmuştur. Birinci, İkinci Mimar Kemal ve Ergenekon İlkokulundan binlerce kişi geçmiştir.

Mimar Kemal Orta Okulu Türkiye' nin seçkin okullarından biri olmuştur. Emin Taylan, Ahmet Karamustafa, Soner Selçuklu, Reha Civanlar, Asım Uysal, Murat Lekili, Nilgün Özbay, Can Dündar, Ali Zırh... Mimar Kemal Orta okulu mezunları arasında bir kaçıdır. Tunalı Hilmi no:2 de bulunan Mimar Kemal Orta okulu 1973' te lise olarak eğitime katkısını sürdürmeye başlamıştır. Mimar Kemal Lisesi ilk mezunlarını 1976' da vermiştir. Mimar kemal Lisesi Türkiye' nin en iyi liselerinden biri oldu. Ziya Güvenç, İsmet Aksöyek, Ali Han, İbrahim Gür, Serdar Mutlu, Süha Alpay, Ozan Tekinalp, Vedat Saygılı, Gökhan Cengizhan, Handan Lodos Dökmeci, Müfit Akbulut, Sadık Kılıçturgay, Alev Eken, Metin Koca, Saadet Akın, Hürriyet Biricik, Teoman Vardar, Oya Tığlı, Oya Keskin, Haluk Sayar, Tardu İslamoğlu, Asaf Atbaş, Ayşe Genç Savran, Arif Genç, Murat Sönmez, Murat Aydın... lisenin ilk mezunları oldular.

Tuesday, May 15, 2007

Hasan Kababulut; Mimar Kemal Lisesi 978' li.


HASAN KABABULUT İLE SÖYLEŞİ



Bu yazıyı yazmamdaki amaç; Mimar Kemal’ in mezun ettiği başarılı isimlerden biri ve aynı zamanda da mezun olmasına rağmen okulumuzu unutmamakla kalmayıp her alanda desteklerini esirgemeyen Hasan KABABULUT’ u sizlere tanıtmak…

Hasan KABABULUT ortaokul ve liseyi Mimar Kemal’ de okumuş. O yıllarda Mimar Kemal gerek öğretmen kadrosu,gerek öğrencileriyle örnek bir okul. Öğretmenler ve eğitim kaliteli. Dolayısıyla öğrencilerde. Bu kalitenin örneği de Hasan KABABULUT…

Hasan KABABULUT başarısının nedeninin düzenli çalışmak olduğunu söylüyor. Çok çalışmadığını ama oturunca da yarım saatte olsa verimli çalıştığını söylüyor.

Bu çalışmanın karşılığını O.D.T.Ü,İstanbul Üniversitesi,Hacettepe Üniversitesi gibi okulları kazanarak almış. Bu okulları bitirememiş belki ama çok şey öğrenmiş. Hatasının ise doğru tercih yapmamasından kaynaklandığını söylüyor. Küçük yaştan beri sahip sahip olduğu işletmecilik hayali ağır basıp, işletmeci olduğunda ise doğru olanı yaptığını belirtiyor. Eksik ya da fazla yetinmeyi biliyor.

O dönemde ise Hasan Bey’ in en büyük eksiği bir abla ya da ağabeye sahip olmaması… O bu eksikliği kendisinden altı yedi yaş büyük olan öğretmenleriyle gidermiş,onlardan çok şey öğrenmiş. Ama öğrenirken de öğretmenlerle öğrenciler arasında oluşan duvarı aşmayı başarmış. 'Çok kıymetli, keyifli' diye tanımladığı arkadaşları ve öğretmenlerinin olduğunu söylüyor ve en büyük varlığının bu olduğunu ekliyor.

Öyle ki öğretmenine yıllar sonra bile olsa şikayetlerini isteklerini dile getirebiliyor. Edebiyat öğretmeni Emine KESGEÇ’ e yazdığı mektupla onu şaşırtabiliyor. Mektubunda pişmanlıklarını, bazı şeylerin değerinin kaybedilince anlaşıldığını, hayatın biz insanları sınadığını anlatıyor ve öğretmenlerini bu kadar iyi kompozisyon yazabilen birinin nasıl olup ta sınavlardan 4-5 aldığı konusunda şaşırtıyor. Yeteneklerin zorlama olmadan, kendiliğinden ortaya çıktığını belirtiyor. Belki de çok basit dediğimiz çiçeği, böceği anlatamıyor ama karmakarışık, zor olan hayatı kaleminden kağıda aktarabiliyor.

İnsanın en önemli yatırımı kendine yaptığını,kendini geliştirmeyi bilenin ayakta kaldığını söylüyor.Kendisine bu yatırımı yapma fırsatı veren Mimar Kemal İ.Ö.O ve Lisesini çok seviyor,değer veriyor ve Mimar Kemalli kimliğini taşımaktan gurur duyuyor.

‘İnsan ancak sevdiği işi yaparsa başarılı olur’ diyor.Hayatın sadece olumlu şeylerden değil,olumlu-olumsuz tüm gerçeklerden oluştuğunu önemle vurguluyor.


Mimar Kemal İ.Ö.O ve Mimar Kemal Lisesi’ni gönülden destekliyor.Okulumuzun değişimi ve gelişiminin bizlerle olacağını söylüyor.Bütün bunları söylerken,anlatırken karşısındakine hiçbir şeyin imkansız olmadığını ispatlıyor gizlice.Karşımıza geçip parmağını sallamadan ders veriyor.


Ben de bana zaman ayırıp bu sohbetten çok şey öğrenmemi sağladığı için kendisine çok teşekkür ediyorum.


HİLAL AK

YD 10 FEN-A


Mimar Kemal Lisesi

Ankara

Musa Eyüboğlu; Mimar Kemal Lisesi 978' li. Mimar Kemal Öğretmenleri 1965.

Mimar Kemal Orta Okulu 1964 yılında Tunalı Hilmi Caddesi No: 2 deki yeni yapıya taşındı. Bu fotoğraf 1964 yılında çekilmiş. Görüntüde olduğu gibi basamakların altı henüz yapılmamış. Onlar bizim kuşağın öğretmenleri idi. Güzellikle ve özellikle Musa' nın öğretmenleri.







MUSA EYÜBOĞLU İLE RÖPORTAJ





Hazırlayanlar:Mehmet Engin-Kadir Uslu –
YD-10 Mat-A


M.E-K.U: Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

M.E:1959,Rize doğumluyum.2 oğlum var.1977-1978 eğitim-öğretim yılında K.O.M.İ.K Lisesi’nden mezun oldum;fakat o dönemin siyasi olaylarından dolayı üniversiteye gidemedim.Sadece liseyi bitirdim.Ortaokulu ve liseyi KOMİK okulunda okudum.

M.E-K.U:Birazda sizin okuduğunuz dönemdeki KOMİK’i hatırlayalım.
Mimar Kemal’de,o dönemde eğitim durumu nasıldı?Sınıflar kaç kişilikti?

M.E:Sınıflar 55-65 kişi arasındaydı;fakat o 60 kişi arasından 50 kişi üniversiteyi kazandı.Mimar Kemal’in bir ismi vardı.Türkiye’nin en iyi okullarından biriydi.Rize’den geldiğimizde babam beni Tevfik Fikret Lisesi’ne para karşılığında yazdırmıştı.Buna rağmen Mimar Kemal Lisesi’ne geçiş yaptım.

M.E-K.U:Peki öğretmenlerinizle aranız nasıldı?

M.E:Çok iyiydi.Öğretmenlerimiz bizi oldukça düşünürdü.Fizik öğretmenimiz(Şükrü KAPICI)tebeşir tozunu yutmayalım diye tahta bezini ıslatıp getirirdi.Almanca öğretmenimiz(Ayten EROL) çok iyi bir insan ve çok iyi bir öğretmendi.Hala her Öğretmenler Günü’nde arar,nasıl olduğunu sorarım.Bu şekilde sayabileceğim çok öğretmenimiz var:Gülay KOÇAK,Şevki AKSOY,Huriye GERÇEK,… Ayrıca öğretmenlerimizin,müdürlerimizin lakapları vardı.Bütün Türkiye’de herkes öğretmenlerimizi tanırdı.

M.E-K.U:Okulda spor faaliyetleri var mıydı?

M.E:Tabi ki vardı.Boks,Futbol,Basketbol gibi şu anda da yapılan birçok faaliyet mevcuttu.


M.E-K.U:Belki klasik bir soru olacak ama,Mimar Kemal’de unutamadığınız bir anı var mı?

M.E:Hemde çok sayıda var.Müzik dersinde(Gülay KOÇAK) öğretmenimiz not
defterini her zaman dolabına koyar ve dolabını kitlerdi.Bir ara odaya girdiğimde anahtarı masanın üstünde gördüm.Hemen alıp anahtarcıya gidip aynısından yaptırdım.Sonra odayı girip 0 olan notumun yanına 1 koyup 10 yaptım.Birçok arkadaşında notlarını düzelttim.Öğretmenimiz notlarımız okurken çok şaşırdı.Sonra kaldırıp bizi tekrar sözlü yaptı.Biz’Hocam o gün çalışmıştık.Şimdi yapamıyoruz.’dedik.Belli bir zaman geçtikten sonra kendisine açıkladım.

Tarih dersinde(Bahattin ÖRSEL)sınav oluyorduk.Bende de türlü türlü kopya çeşitleri var tabi.Öğretmenimize daha önce bahsetmişler’Musa çok kopyacadır.Dikkat et!’diye.Neyse,sınavı olduk.Öğretmenimizin sıraların üstünde gezmesine rağmen kopya çektim.Sınavdan 7 alcağımı biliyordum;fakat hoca’3’dedi.Hiç sesimi çıkartmadım.Tenefüste beni yanına çağırdı ve şöyle dedi:’Kopya çektiğini biliyorum;ama göremedim.Bundan sonra kopya çekme.Boş kağıt versen bile seni geçireceğim.’Bundan sonra ben de hep boş kağıt vermeye başladım.

M.E-K.U:Biraz da dernek hakkında bilgi alabilir miyiz?

M.E:Tabi ki.Kurucu başkanlarındanım.5 yıl boyunca başkanlık yaptım.6-7 bin üyemiz mevcut.Bütün öğretmenlerimizi,arkadaşlarımızı bulmak için çok araştırdık.Hatta çoğunu BAĞ-KUR’dan öğrenerek bulduk.

M.E-K.U:Çok teşekkür ederiz.

M.E:Ben de teşekkür ederim.

Thursday, May 3, 2007

gökhan ağaççıoğlu

Röportaj


Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Gökhan CENGİZHAN, Edebiyatçılar Derneği Başkanıyım, Mimar Kemal Lisesi ilk mezunlarındanım(1976)

Sevdiğiniz ve etkilendiğiniz sanatçılar kimlerdir?

Can YÜCEL, Aziz NESİN(Edebiyat) , Ferhan ŞENSOY (Tiyatro), Yılmaz GÜNEY(Sinema), Fazıl SAY (Müzik), Abidin DİNO(Resim), Yaşar KEMAL(Roman)

Mimar Kemal Lisesi ile olan ilişkileriniz nasıl başladı?

Bizim öğretim gördüğümüz dönemde Ankara’nın sayılı liselerinden biriydi. Çok iyi öğretmen kadrosu vardı. Benim evim de Bilektaş Sokak’ta, spor sahasına bakan lojmanlardaydı. Okul ve ev arasında sadece bir sokak vardı. Bu yüzden okul ve ev hayatım birlikte geçti, hep iç içeydi. Tıpkı bir odadan bir odaya geçer gibi. Uzaktan geldiğimiz bir okul değildi. Kendi mahallemiz olduğundan okulu çok benimsedik.

Başarınızın bir sırrı var mı?

Tabii ki var. Ben bir yazma sevdalısı ve delisi bir genç olarak başladım bu serüvene. Sonra çok çalışarak, sabırla , inatla, sürekli yeni şeyler öğrenerek ve öğrendiklerimizi hayatla sınayarak bulunduğum yere geldim. Bu alanda ilgili ve başarılı kişilerle ilişki kurarak kendimi geliştirdim. Başarılı olmanın temel ilkesi, yaptığın işi sevmektir.

Hayatın size getirdiği en büyük tecrübeyi bizimle paylaşır mısınız?

En büyük tecrübem yazma deneyimi. Yazar olduğumuz için hayatı yazarak yeniden üretiyoruz. Alanım dil, yani yazılı kültür. Bu yüzden popüler kültürün yazılı kültüre olan baskısına karşı çıkmaya çalışıyoruz. Görsel kültüre karşı yazılı kültürü benimsiyoruz. Edebiyatçı olarak varlık nedenimiz bu.

En sevdiğiniz şiirden bir dörtlük okur musunuz?

Nerede fırtınayla, boranla denenmiş aşklar?
Aklın karakolunda durduk, ruhun ikliminde kaldık
Akmadığında o şaşmaz o kusursuz geleceğe
Bir leyleğin ömrüne verdik ömrümüzü

Mimar Kemal Lisesi’nin size katkıları nelerdi?

Alanım edebiyattı. Edebiyat öğretmenimin çok büyük katkısı ve yönlendirmesi olmuştur. Öğretmenim bana meslektaşım derdi. Demek ki o zaman anlamış bendeki yazarlık ruhunu. Bütün edebiyat ve komposizyon sınavlarından 10 üzerinden yıldız verirdi ve benim yazdığım komposizyonu sınıfa okurdu. Bizim yazarlık serüveni demek ki Mimar Kemal’de başlamış.


İlginç bir okul anınızı bizimle paylaşır mısınız?

O dönem (1976 – 1980) çok politik bir dönemdi. İtiraf ediyorum duvarlarının sloganlarla boyayan bizdik. Okul ve ev çok yakın olduğundan gece boyaları alıp duvarları sloganlarla doldururduk. Ertesi gün okula gelip basketbol sahasında top oynardık ve bunları kim yazmış diyerek bilmemezlikten gelirdik.

Yollarda Topaç Gibi adlı şiiri yazmanıza etken nedir?

Bu şiir 1978 kuşağının şiiri. O kuşak dünyayı değiştirmeye adaydı; fakat çeşitli nedenlerle başaramadı. Bu şiiri kendi kuşağımın iç hesaplaşmasını düşünerek yazdım.

Ne tür çalışmalarınız var?

Ben edebiyat eleştirisi yazıyorum. Günümüzde yazılan şiir birikimini eleştiriyorum, değerlendiriyorum ve edebiyatı belli kategorilere ayırıyorum. Şair şiiri yazar eleştirmen ise hakkında yorum ve yargı üreterek eleştiri yapar. Aslında eleştirmenin işi daha zor. Örnek verecek olursak sinemanın esas oğlan ve kızları şairler, kötü adamları ise eleştirmenlerdir.

Monday, April 30, 2007

Ali Bozer


MEZUNUMUZ ALİ BOZER İLE YAPILAN RÖPORTAJ





Okulumuzun Mezunlarını Buluşturmayı Hedeflediğimiz Bir Dergi Çıkarıyoruz. Bu Dergide Yayınlanması İçin Sizinle Röportaja Geldik.

Hasan: Bize Biraz Kendinizden Bahseder Misiniz?

Ali Bozer:
Temmuz 1925 Ankara Doğumluyum. İlkokulun Bir Kısmını Eskişehirde Okudum. Ondan Sonra Babamın Görevi Dolayısıyla Ankaraya Taşındık Ve Mimar Kemale Girdim. O Zaman Mimar Kemalin Ortaokul Ve Lise Bölümü Yoktu.1936 Yılında Mimar Kemal İlkokulunu Bitirdim. Oradan TED Ankara Kolejine Girdim. Ortaokulu Ve Liseyi Orada Okudum. Lise Bittikten Sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine Girdim Ve Orasıda Bitti. Öğrenim Hayatım Düzenli Geçti. Yıl Kaybetmedim, İkmale Kalmadım. Çalışkan İyi Öğrenciler Arasındaydım. Hukuk Fakültesini Bitirdikten Sonra İsviçreye Doktora Yapmaya Gittim. Borçlar Hukuku Ve Medeni Hukuk Dallarında Doktora Yaptım. Orayı Da Bitirdikten Sonra Döndüm Adalet Bakanlığına Girdim. Adalet Bakanlığı Ve Üniversite Arasındaki Mütalaa İle Hizmeti Mecburiyetimi Ankara Hukuk Fakültesinde Tamamladım. O Arada Da Bir Yıl Amerikaya Gittim. Orada Hardward Üniversitesinde Çalışmalarda Bulundum. Doçent Olarak Döndüm Ve Askerliğimi Yaptım. Ve Askerlikten Sonra Kariyerime Devam Ettim. Daha Doçent İken Fakültede Kürsü Başkanlığı Yaptım. Ve Bizim Bir Ensitütümüz Var:’Bankacılık Ve Ticaret Araştırma Ensitütüsü’ Oranın Müdürlüğünü Yaptım. Siyasete Atılıncaya Kadar Hem Onun Müdürlüğünü Devam Ettirdim Hemde 20 Sene Boyunca Kürsü Başkanlığı Yaptım. Kürsü Başkanlığına Seçim Yoluyla Geliniyor.20 Sene Kürsü Başkanlığıda Bir Şeyler İfade Ediyor Sanıyorum.1980 De Talep Üzerine Siyasete Girdim. Ve İlk Defa Gümrükten Ve Tekelden Sorumlu Devlet Bakanı Oldum. Üniversite Hayatım Boyunca Çeşitli Hizmetler İfa Ettim. Birisi TRT Nin Üniversiteyi Temsilen Yönetim Kurulu Üyesi İdim. Sonra TRT Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Oldum Ve Hükümeti Temsil Ettim. Ondan Sonra Oradan Kendi Arzumla Ayrıldım. 1961–1980 Yılları Arasında Milli Savunma Bakanlığını Temsilen OYAK’ın Yönetim Kurulu Üyesi Oldum. Oyak Renault, Çimento Fabrikaları, Oytaş, Axaoyak, ASELSAN Gibi Birçok Şirkette Yönetim Kurulu Üyeliği Yaptım. Bir Başka Yaptığım Görev İse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hâkimliği. Ondan Sonra Çeşitli Kamu Kurumlarında Başta Sümer Bank Olmak Üzere Genel Müdürlüklerini Yaptım. Bu Süre İçirisinde Mesleki Hayatımı Devam Ettirdim. Ayrıca Kara Kuvvetleri Vakfı Üyesi İdim. 1980 De Siyasete Atıldıktan Sonra Hayatım Tek Düze Bir Şekilde Devam Etti. Sonra Milliyetçi Demokrat Partisi Kuruldu. Mdp’nin Kurucularından Oldum. Ve Ankara Milletvekili Seçildim. Maalesef Mdp Kapandı. Mdp Kapandıktan Sonra Ben Bir Süre Bağımsız Kaldım. Daha Sonra ANAP’a İntikal Ettim. Ondan Sonra ANAP’ta İken Bakanlık Görevine Başladım. Avrupa Birliğinden Sorumlu Devlet Bakanı Oldum. Avrupa Birliğine Tam Başvuruyu Ben Yaptım. Başbakan Yardımcılığı Yaptım. Hatta Bir Süre Rahmetli Turgut Özal Cumhurbaşkanı Olduğu Zaman Boş Kalan Başbakanlık Makamını Ben Sürdürdüm. Sonra Dışişleri Bakanlığı Yaptım. Ondan Sonra Yine Kendi İrademle Siyaseti Bıraktım. Siyasetten Önceki Mesleki Hayatıma Döndüm. Şimdi Çankaya Üniversitesinde Öğretim Üyeliği Yapıyorum. Halen Axa Oyak Yönetim Kurulundayım. Ve Şuan Siyasetle Amatörce İlgileniyorum. Böylelikle Hayatımı Sürdürüyorum. Evliyim 3 Çocuk Babasıyım.

Hasan: Mimar Kemal Yıllarındaki Öğrenciliğiniz Nasıldı?
Ali Bozer:
Valla Kemal Okulunda Çok Sevdiğimiz Bir Müdürümüz Vardı. Hanım Bir Öğretmenimizde Vardı Ve Onuda Çok Seviyoruz. Onların Teşvikini Ve Şevketini Hatırlıyorum. Bizlerde Ozaman Biraz Haşere Bir Çocuktuk. Ama Daha Çok Spora Yönelmiştim. Evimiz İnkılâp Sokakta İdi. Okul Anısı Hatırladığım Var Mı? Diye Soracaksınız Tahmin Ediyorum Aklıma Gelen Bir Anım Yok.


Hasan: O Zamanın Ankarası, İnsan İlişkileri Nasıldı?

Ali Bozer:
Fevkalade Güzeldi. Eski İsmi İsmet Paşa Caddesi İdi. Şimdiki Mithatpaşa Caddesi. O Zamanlar Kızılayın Tek Caddesi Vardı Ve Mithatpaşa İdi. Orda Bir Tane Sarı Bina Vardı. Postane İdi. Başka Bir Değişle Şimdiki Kızılay Yoktu. Şimdiki Kızılayın Olduğu Yer Hep Tarla İdi. O Tarlaların Orasında Küçük Bir Kulübe Vardı. Kızılay Maden Suları Satardı. Ankara Belli Bir Düzen İçerisinde Ve Süratle Şehirleşti. Ama Bu Güzelliğini Korudu. Sıhhiye Kızılay Arasına Asfalt Yol Yapıldı. Ondan Sonra Yukarı Kadar Bakanlıklara Kadar Bir Yol Düzeni Vardı. Bakanlıklardan Sonra Yine Yollar Topraktı. O Zamanın Ankarasının Evleri Tek Kat, İki Kat Ve Üç Katlıydı. Küçük Bir Başkentti. Herkes Birbirini Tanırdı Ve En Önemlisi Çok Güvenli Bir Şehirdi. Yani Ankara Küçük Temiz Ve Güvenli Bir Şehirdi. İnsan İlişkileri Çok İyiydi. Şimdi Küçük Bir Anı Hatırama Geldi. Biz Sokakta Top Oynardık. Bir Resmi Araba Biz Top Oynarken Geçti Ve Topuda Patlattı. Hemen Araba Durdu. İçindeki Zat İndi. Bizim Yanağımızdan Öptü. Bu Anı Hala Bende Kalmıştır. İnsancıl Bir Yaklaşım Vardı O Zamanlar.

Hasan: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Size Ne Kattı Ve Oraya Gelmek İçin Ne Yaptınız?

Ali Bozer:
Hiç Bir Şey Yapmadım. O Zamanki Hükümet Bana Telefon Etti Ve AİHM İçin Üç Tane Aday Göstereceğiz. Bunlardan Bir Tanesi Siz Olurmusunuz Dedi. Memnuniyetle Olurum Dedim Ama Bir Şartla; Birinci Aday Olursam. Çünkü Birinci Aday Kim Olursa Orası Bunu Seçer. AİHM Böyle Bir Geleneği Vardır. Hay Hay Dediler Ve Beni Birinci Aday Gösterdiler. Ama Bu Daha Sonra Değişti. Allah Rahmet Eylesin Nihat Erim Beyi Birinci Aday Gösterdiler. Bana Da Telefon Ettiler. Nihat Beyi Birinci Aday Seçiyoruz. Siz İkinci Aday Olması Tercih Eder Misiniz? Dediler. Nihat Beyin Yerine Başka Birisi Olsaydı İkinci Aday Olmayı Tercih Etmezdim. Nihat Bey Kişiliği İtibariyle, Bilgisi İtibariyle Çok Saygı Duyduğum Bir İnsandı. Bu İtibarla Nihat Beyin Altında Olmak Benim İçin Hiçbir Mahsur Teşkil Etmiyordu. Gelin Görün Ki Seçimde Orada Parlamento Seçer Ben Seçildim. İkinci Aday Olmama Rağmen. Bunu Nihat Beyin Seçim Kabiliyetinin Olmadığı Şekilde Mütalaa Etmemek Lazım. Bunun Başlıca Sebebi Şuydu: Nihat Bey Askeri Hükümet Zamanında Başbakanlık Yapmıştı. Askeri Hükümetler; Demokratik Düzenle Pek Fazla Bağdaşmaz. Öğle Bir Rejimin Başbakanı Olması İtibariyle Ben AİHM Hâkimliğine Seçilmiş Oldum. Bana Katkısı İnsan Haklarını Daha Yakından Tanımış Oldum. Formasyonuma Etkisi Oldu. Kişisel İlişkilerim Oldu Ve Bu İlişkiler Hala Devam Eder. Yani Hala Senede Bir Veya İki AİHM Eski Üyeleri İle Toplanıp Yemek Yeriz. Bazı Meseleleri Tartışırız. Sosyal Yönden De Bana Faydası Oldu.

Hasan: Avrupa Birliğine Tam Üyelik Başvurusu Yaparkenki Duygu Düşünceleriniz Neydi, Türkiye Avrupa Birliğine Girmeli Gibi Bir Düşünceniz Var Mıydı?

Ali Bozer:
1980 Askeri İhtilali Dolayısıyla Türkiye İle Avrupa Ülkeleri Arasındaki İlişkiler Tamamen Durmuştu. 1983 Te Seçimlerle Meclise Girdiğimiz Zaman Manzara Bu İdi. Biz 14 Nisan 1987 De Müracaat Yaptık. 87 Ye Kadar Bizim İlişkilerimiz Çok Kötü İdi. Hatta Bizim Büyükelçimizi Avrupa Birliğindeki Bir Şube Müdürü Kabul Etmiyor, Randevu Vermiyordu. Biz 87 De Bu Müracaatı Yaparken Bir Şok Tesiri Yarattık. Bunda Maksadımız Vardı: Birincisi Ortak İlişkilerimiz Geliştirmek (Donmuş Olan İlişkilere Canlılık Vermek),İkincisi De Avrupa Birliğine Tam Üyelik Zamanında Tasarruf Etmek. Nitekim Bizim Başvurumuz Konseyden Geçtikten Sonra; Rahmetli Özal’ın Bir Konuşması Vardı. Bu Konuşma Takibe Dikkattir: ‘Önümüzde Uzun Ve Engebeli Bir Yol Vardır. Çok Kötü Şeylerde İşiteceksiniz. Sakın Moralinizi Bozmayın’ Demişti. Biz Başvuruda Bulunduğumuz Zaman Üyeliğe Adaylık Sürecinin Çok Uzun Zaman Devam Edeceğini Biliyorduk. Tabi Müracaat’tan Evvel Bütün Üye Ülkelerle Temaslarda Bulundum. Maksadımızı Anlatmaya, Neler İstediğimizi Söylemeye Çalıştım. Ve Oralardan Edindiğim İzlenimle Üyeliğin Gerçekleşmeyeceği Kaidesi İçerisindeyim. Ama Biz Bir Medeniyet İfadesi Olduğu İçin O Birliğin İçinde Olmayı Tercih Ettik. Şimdiki Düşüncem Avrupa Birliği İle İlişkilerimiz Çok İyi Gitmiyor. Hep Böyle Olmuştur. Hep Engebeli Olmuştur. Bizi Esas Üzen Bir Hususta Avrupa Birliği Bizi Rencide Eder Bir Tutuma Girmiştir. Bunu Bizim Hiçbir Zaman Kabul Edemeyeceğimizi İfade Etmek İsterim. Biz Kendi Açımızdan İlişkilerimiz Dondurmayız Ancak Kişiliğimizi Muhafaza Ederiz. Bizler Konuya Vakıf, Onurlu, Üyeliğin Gerçekleşmesi İçin Çaba Ederiz. Avrupa Ülkeleri Maalesef Hukukun Üstünlüğü İlkesini İhlal Etmiştir. Bunun En Tipik Örneği Fransadaki Referandum Meselesidir. Biz Müzakereleri Olumlu Dahi Sonuçlandırsak Fransada Bizim Üyeliğimiz İçin Referandum Yapılacaktır. Ve Bu Avrupa Birliğine Yakıştıramadığım Bir Engelleme Politikasıdır.

Hasan:1990 Yılında Körfez Savaşı Çıktığında Dışişleri Bakanı İdiniz. Ve Bu Savaştan Sonra Kendi İsteğinizle Siyasetten Ayrıldınız. Körfez Savaşı Ve O Zamanın Türkiyesi İle İlgili Düşünceleriniz Ne İdi?

Ali BOZER:
Körfez Savaşında Bir Kriz Komitesi Kuruldu. Cumhurbaşkanlığı Başkanlığında. Çok Çeşitli Fikirler Vardı Parti İçinde. Asıl Mesele Şu İdi: Ben Prensip Meselesi Olarak Körfez Savaşına Katılma Taraftarı Değildim. Neden Taraftarı Değildim? Ne Kazanacaktık? Tersine Kaybımız Çok Büyük Olacaktı. Gap Projesi Gerçekleşme Safhasında. Füzelerin Menzilleri Çok Uzun. Ankara’yı Buluyordu Füzeler. Bizim Aldığımız Duyumlar Böyle İdi. Bir Kaç Füze İsabeti Bizim Bütün Projelerimizi Batırabilirdi. Olur, Muydu, Olmaz Mıydı? Onu Bilemezdik. Peki, Bu Savaşa Girdikten Sonra Ne Elde Edecektik. Bize O Zamanlar Çok Paralar Vaat Edilmişti. Hiç Biri Verilmedi. O İtibarla Kriz Komitesinde Hep Bu Görüşü Savundum. Ve Özal Allah Rahmet Eylesin Benden Yetki İstedi. Herhangi Bir Olay Olursa Derhal Müdahale Etme Yetkisini İstedi Benden. Ve Ben Buna Da Karşı İdim. Son Zamana Kadar. Çünkü Bu Durumları Ülkenin Çıkarına Uygun Görmüyordum. Şunun İçin Uygun Görmüyordum: Kimle Müzakere Ediyor ÖZAL? Baba Bush İle… Öğle Tekliflerle Karşı Karşıya Kalabilirki Onu Diplomatik Yolla Red Etmek İmkânını Kaybeder. Bu Durumlar İtibariyle Ben Yetki Verilmesine Çok Sıcak Bakmadım. Çeşitli Vesilelerle Bunlar Tartışıldı Ve Meclisin Birinci Oturumunda Karara Bağlanamadı. En Son Özal La Aramızda Bu Konunun Artık Karara Bağlanması İçin Bazı Konuşmalar Geçti Aramızda. Ve Ben Konunun Kabul Edilmesi İçin Takdimimi Mecliste Yaptım. Herhalde Çok İsteksiz Bir Takdim Di Ki Muhalefette Bunu Anladı Dışişleri Bakanının Halinden Bu Konuya Müspet Bakmadığı Anlaşılıyor Dedi. Ben Görevimi Yerime Getiriyordum Ama İçimde Buna Pek Razı Değildi. İlk Seferde Bu Yetkiyi Çıkaramadık Meclisten İkinci Seferde Çıktı. Fakat Şükürler Olsun Ki Müdahalede Olmadı. Ama Benim Tercihim Türkiyeyi Bir Askeri Müdahalenin Dışında Tutmak İdi.

Hasan: Biz Gençlere Söylemek İstedikleriniz Nelerdir?

Ali Bozer:
Öncelikle Bu Nesil Gençlik Fevkalade Yetenekli. Bu Sebeple Hiçbir Kimseden Kendinizi Aşağı Görmeyin. Çünkü Siz Her Şeye Layık Allah Vergisi Zekâya Sahip Kişiliklersiniz. Ama Bu Ham Dır. Bunun Yontulması Lazım. Bunun İçinde Okumak, Çalışmak, Seyahat Etmek, Çeşitli Sosyal Faaliyetlerde Bulunmak Gerekir. Ama Çalışma Derken: Mutlaka İki Yabancı Dil Bilmekten Bahsediyorum. Memleket Sevgisi Sizin Yetişmiş Olmanıza Bağlıdır. Artık Savaşlarla Vesaire Memleket Sevgisini İspatlamanın Zamanı Geçti. Büyük Bir Rekabet Ve Küreselleşme İçerisindeyiz. Ülkesine En İyi Hizmeti Yapacak Kimseler ‘Yetişmiş Kimselerdir’

Hasan: Gençlerin Siyasete Atılmasını Teşvik Eder Misiniz?

Ali Bozer:
Benim Felsefem İnsanın Öncelikle Kendi Mesleğinde Yetişmesidir. Bu Safhayı İdrak Ettikten Sonra Siyaset Düşünülür. O Zaman Siyaset Kanalı İle Ülkeye Daha Büyük Hizmet Yapılmış Olur.

Hasan: İnsan Gençlik Yıllarında Kendine Ne Gibi Bir Sermaye Koymalı Ki İleriki Yaşantısı Kolaylaşsın?

Ali Bozer:
Çalışmak. Günü Gününe Çalışmak. Sermaye Para Değildir. Sermaye Bilgidir, Zekâdır, Akıldır, Metot Dur. İşte Bunlar Sizin En Büyük Sermayeniz Olur. Bu Lisede Öğrenilmez. İlkokuldan Başlar. Bu Tüm Hayat Boyunca Öğrenilir. Yaşamınızın Her Aşamasında Bu Bilgi, Çalışma Ve Metotlara Önem Vermeniz Gerekmektedir.

Hasan: Son Olarak Eklemek İstediğiniz Bir Şeyler Var Mı?

Ali Bozer:
Tüm Mimar Kemallilere Başarılar, Sağlıklı Mutlu Günler, İyi Bir Yaşam Dilemek İstiyorum.

Hasan: Sizi Okulumuza Davet Ediyoruz…
Bize Kıymetli Vaktinizi Ayırdığınız İçin Teşekkür Ederiz…
.

Thursday, April 26, 2007

Güldal Demirel Akşit, Mimar Kemal Lisesinin 1973-1975 yılları öğrencisi.



GÜLDAL AKŞİT İLE RÖPORTAJ

Sizin döneminizdeki Ankara Kocatepe Mimar Kemal Lisesinden söz eder misiniz?Unutamadığınız anılarınız nelerdir?

-Kocatepe Mimar Kemal Lisesi lise olduktan sonraki ilk giren öğrenciler bizlerdik. Bu bizim için oldukça önemli bir durumdu. Mimar Kemal Lisesi'nin verdiği eğitimin ne kadar güzel olduğu şuan ki bulunduğum makamın derecesinden de anlaşılıyor. Bugün bile okulun önünden geçerken hala benim okulum diye söz ediyorum,Mimar Kemallileri gerçekten çok özlüyorum.

Sizin döneminizde okuldaki disiplin şekli nasıldı?Bundan memnun muydunuz?

-Bizim dönemimizde oldukça katı bir disiplin şekli vardı. Okulun kapısında eli sopalı idareciler dikilir ve her gün kılık kıyafet kontrolü yapılırdı. Saçlarımız örgülü,eteklerimiz uzun olmak zorundaydı. Ayrıca herkes yakalık takmak zorundaydı. Tabi ki gençliğin getirdiği bazı hevesler nedeniyle bizim bunlara karşı uyguladığımız bazı yöntemler vardı. Mesela o dönemde çıtçıtlı etekler vardı,onlardan alırdık. Bütün bunlar bir yana disiplin gerçekten başarıyı destekleyen en önemli unsurlardandır.

Okuldaki eğitim şekli nasıldı?Buna disiplinin de katkısı var mıydı?

-Biraz öncede söylediğim gibi,eğitim şekli oldukça güzeldi. Ayrıca burada okulun ilk öğrencileri olmamızın da büyük katkısı vardı. Başı boşluk gençlik için mutsuzluk getirir,bu nedenle de disiplin oldukça önemlidir.

Azimli bir öğrenci miydiniz?O dönemdeki hedeflerinize şuan ulaşabildiğinize inanıyor musunuz?

-Başarılı olmak için hırs gereklidir. Ben prensipleri olan bir öğrenciydim. B ütün bunların sayesinde de hayatımın her döneminde başarıya ulaştığımı düşünüyorum.

Hukuk fakültesi okumak sizin ilk hedefiniz miydi?

-O dönemde beğenerek izlediğim “Söz Savunmanın “adlı dizideki Petroçelli gibi bir avukat olmak benim en büyük idealimdi. Avukat olma fikrine bu diziyi izlemeye başladığım zaman ulaştım. Avukat olmak benim ilk hedefimdi.

-Lise 1 ve Lise 2. sınıfı Mimar Kemal Lisesi'nde okudunuz. Fakat babanızın Urfa'ya vali olarak atanmasından dolayı buradan ayrılarak Urfa Lisesine gittiniz, bu durum sizi nasıl etkiledi?

-Babamın mesleğinden dolayı tayini çıkması üzerine Mimar Kemal Lisesinden ayrılmak zorunda kaldım. Tabi ki Urfa 'da şartlar daha farklıydı. Orada herkesin kızlara bakış açısı çok farklıyı. Kızlar üzerinde bir baskı vardı. Mimar Kemal Lisesinin bulunduğu yer merkezi olduğu için burada ki bakış açısı daha olumluydu. Urfa'da o dönem kızların okutulmasına olumlu bakmadıkları için sınıfta sadece üç kızdık. Birinin babası hakim,ötekinin de oranın ileri gelen ailelerinden birinin kızıydı. Burada da çok güzel anılarım oldu.

Eğer iki okulunuzu karşılaştırmak durumunda kalsaydınız, hangisinin başarınıza daha çok katkısı olduğunu söylerdiniz?

-Ben Urfa Lisesi'ni birincilikle bitirdim. Burada ki başarıma Mimar Kemal Lisesi'nin katkısı oldukça büyüktür. Burada aldığım eğitim ve disiplin sayesinde Urfa Lisesi'nde büyük başarı elde ettim. Urfa 'da ki yaşantım da unutamadığım anılarımdan bir tanesi; üniversite sınavı olduğu gün babamla birlikte giderken birden yanımızda bir araba durdu. Arkadaşlarım bana dönerek “Bacım Bacım biz sana çok güveniyoruz,sen bunu başarırsın,sana inanıyoruz”dediler. Orada kızlara bakış açılarından sonra Urfa'dan arkadaşlarımın bana bunu söylemeleri beni çok etkiledi.

O zaman ki üniversite sınav sistemi nasıldı?

-Ben o zaman sizlerden daha şanslı olduğumu düşünüyorum. O dönemde puanımızın tuttuğu yerlere ön kayıt yaptırarak girebiliyorduk,oldukça da zordu tabi ki. Fakat ben lise birincisi olduğum için belli bir kontenjandan girebiliyordum. Hukuk fakültesi okumak o zamana kadar tek hedefimdi. Fakat o dönemde tıp okumayı da çok istemiştim,girdiğim sınavdan sonra kontenjan kaldırılmıştı, bu beni zor durumda bıraktı ve çok üzdü. Bu nedenle Hacettepe Üniversitesi İlahi Bilimler Fakültesini okumaya başladım. Fakat idealimden vazgeçmedim. Burada okurken sınavlara girmeye devam ettim. İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesini kazandım. Hacettepe Üniversitesi İlahi Bilimler Fakültesinde hazırlık ve birinci sınıfı okuduktan sonra bırakıp ,İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine başladım. Burada azmimin ve belirlediğim hedefin önemi oldukça büyüktür. Sizlere bir tavsiyem;kesinlikle hukuk okuyun. Her türlü meslekte başarılı olmanıza katkısı büyüktür.

Sizce şu an ki eğitim sistemi nasıl , bu konuda neler düşünüyorsunuz?

-Şuan ki eğitim sistemi öğrencilerin üzerine bir anda yüklenildiği bir dönem. Bence kişilerin yeteneklerine göre özele kayarak, mesleki alanda bir eğitime daha çok önem verilmelidir. Ayrıca kişilerin becerilerine göre bölümler açıp bu alanlarda da başarılı olmaları sağlanmalıdır.

HAZIRLAYANLAR:
Mimar Kemal Lisesi, YD 10 MAT B sınıfından;
Aylin Yılmaz
Yasemin Ölmez
Cansu Balkan

Monday, April 9, 2007

mimar kemal lisesi öğrencileri cansu gürkan ve hazal ertürk' ün ragıp buluç röportajı.



A.Ragıp Buluç:

1940 yılında Amerika’da doğdu.Odtü Mimarlık Fakültesinde lisans öğrenimini 1964’te bitirdi.Yüksek lisansını da aynı üniversitede 1967’de tamamladı.1972 yılına kadar Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzman olarak görev yaptı.Bu tarihten itibaren serbest olarak çalışmaktadır.Yurt içi ve yurt dışında bir çok ödül aldı.
Ragıp Buluç Ödüller:
1.lik ödülü: Expo ‘ 70 Dünya Fuarı Türk Pavyonu Osaka/JAPONYA
1.lik ödülü: Abdi İpekçi Spor Salonu,İstanbul-1989
2.lik ödülü: MİT Konut ve Sosyal Tesisleri,Ankara
1.lik ödülü:Anayasa Mahkemesi,Ankara-1983
3.lük ödülü:Merkez Bankası Şube Binası, İzmit-1983
1.lik Ödülü: Expo ‘ 85 Dünya Fuarı türk Pavyonu,Tsukuba/JAPONYA
1.lik ödülü: Atakule Alışveriş Merkezi, Ankara-1989
2. Ulusal Mimarlık Ödülü Yapı Dalı Başarı Ödülü:Atakule Alışveriş Merkezi Ankara-1990
Prefabrik Birliği Ödülü:Abdi İpekçi Spor Salonu,İstanbul-1990
1.lik Ödülü:Alma Ata Oteli,Kazakistan-1993
1998 Expo ’98 Türk Pavyonu,Lizban/Portekiz
1997-99 Aker Tatil Köyü,Bodrum/MUĞLA
1998-1999 Gemi Trafik Gözetleme İstasyonu Radar Kuleleri ve Kontrol Merkezi,İstanbul ve Çanakkale
1999 Oktay Serici evi,Ümitköy-ANKARA
2002 Cumhuriyet Kulesi,Keçiören/ANKARA
Ayrıca yurtiçi ve yurtdışı 130 adet çeşitli tasarımlaraimzasını atmıştı.


RÖPORTAJ:

-Mimar Kemal İlköğretim’de kaç yılları arasında okudunuz?
1946-1951
-Okulumuzun size ne gibi katkıları oldu?
Özellikle Şahsenem Hanım bize çok büyük cesaret verdi.Bizi her zaman blginin ışığında yetiştirdi.Ve tabi Mimar Kemal’in güçlü eğitim kadrosuyla herşeyin n iyisini yapmaya çalıştık.
-İlk okuldan sonra hangi okullarda okudunuz?
Mimar Kemal İlköğretimi bitirdikten sonra Atatürk Lisesi’nde öğrenim gördüm.Daha sonra 1 yıl Robert Koleji’nde okudum.Üniversiteyi ODTÜ de mimarlık okuyarak bitiridim.
-Mimarlığın sizin iin önemi nedir?
Öimarlığı benim için diğer mesleklerden ayırtan herşeye sıfırdan başlama oldu.Bir işe başlarken insanlara nasıl daha güzel şeyler sunabilirim diye başlıyorsunuz.Yeni yaşam biçimlerri yeni alışkanlıklar haline geline güzeli ve doğruyu,alışılmışlıktan rasgelellikten ayırıp korumak ve tüketücinin hizmetine sunmak ve onu kimlikleştirmek,mimarlığın sorumluluğudur. Bu benim için çok önemli.
-Ankara’nın en görkemli yapıtlarından olan Atakule’yi siz yaptınız.Neler söyliyeceksiniz?
Atakule’deki yapmak istediğim ölçülemeyen değerleri ölçülebilen değerlerle karıştırmamak lazım.Nerede tradisyon diyorlar.Bugün ben bir Selçuklu giriş kapısıyla paralellikler kuruyorum. O bilerek yaptığım bir şeydi.Ama Selçuklu portalinin civarında taşlar vardı.
Bir yapıya nereden girileceğini keşfetmiyorsunuz,koskocaman,sunan bir yapı var.Belki bu gözle görmenizi isterim yapımı.Elle tutulamayan değerleri sağlamaya çalıştım.Ve bunda da hiç korkmayacağım.
Bir yapının hangi tarihte yapıldığı belli olmalı.Türkiye’de öyle yapılar var ki;1700 de mi yapılmış,1990 da mı yapılmış belli değil.
-Yeni projeleriniz var mı?
Elbette.Keçiören’de Cumhuriyet kulesi adında yeni bir kule yapacağız.

www.ragipbuluc.com

prof. dr. mehmet zaman saçlıoğlu, ankara yenişehir mimar kemal ilkokulu 1966.


Prof. Dr. mehmet Zaman Saçlıoğlu.



YARININ RENGİ




1963 yılında Kızılay Selanik Caddesi’ndeki evimize taşındığımızda babam ve annem, hemen yakınımızda yan yana duran iki güzel okul binasından soldakini göstererek, ilkokula burada devam edeceğimi söylemişlerdi. Annemin ara sıra eşe dosta dikiş dikerek desteklediği babamın maaşıyla, dişten tırnaktan artırarak almışlardı taşındığımız evi. Kızılay’a gelmeden önce Bahçelievler Özel Gönen İlkokulu’nda üçüncü sınıftaydım; ama yaşım küçüktü. Devlet okuluna geçerken bir sınıf düşürüldüm. O yıl Mimar Kemal İlkokulu’na, Mualla Yolaç öğretmenin ikinci sınıfından başladım. Üstünden kırk dört yıl geçmiş olan o günlerin tamamını anımsayabilseydim keşke…
Okulda katıldığım ilk oyunun adı, belleğimin karanlık bölgesinde; ama bu oyunda bana yapılan bir jesti çok iyi anımsıyorum. Teneffüse çıkmıştık. Siyah okul önlüklerimizin bellerinde önlükle aynı kumaştan yapılmış, arkadan bağlanmış kuşaklarımız vardı. Birbirimizin ardına sıralanır, bu kuşakların uçlarından tutup uzun bir tırtıl gibi dalgalanarak bahçe boyunca koştururduk. O ilk teneffüste, belki de sınıfa yeni katılmış birinin uyumunu kolaylaştırmak için öğretmenimiz ya da onun yönlendirmesiyle sınıf mümessili beni tırtılbaşı yapmıştı. Yirmiden çok çocuk arkama takılmış, birbirimizin kuşaklarını sımsıkı yakalamış koşuşturuyorduk. Kaç dakika sürdü bilmiyorum, ama belleğimde fotoğraf kareleri gibi yer etmiş.
Sınıf mümessilimiz galiba Gül’dü. Babası, biz beşinci sınıfa geldiğimizde, okul öğrencilerine ücretsiz mandolin dersleri vermişti. Teyzemin çatlak mandolinini tamir etmiş, yeni teller takmıştım; ama seste hep bir cızırdama vardı. Bu çatlak mandolinle epeyce ilerletmiştim çalmayı. Gitara terfi edemediğimden orada kaldı bu heves.
Evimizin salonundan, karşıda, uzaklarda Elmadağ, yan odalardan Anıtkabir görülürdü. Hangi yıllarda tam anımsayamasam da, en çok 1968 yılına kadar olan süre içinde, yani beş yılda, çevremizde biten yeni yapıların arkasında görünmez oldular. O yıllarda Türkiye’nin en yüksek binası olan Kızılay’daki gökdelenin kat kat yükselmesini, bir çocuğun büyümesini izler gibi izledim; duracağı zamanı merak ederek. Bittiğinde en üste birkaç direk dikildi. Biri paratonerdi sanırım. Paratonerin yaklaşık beş yüz metre çapında bir yıldırım çekme alanı olduğunu duymuştum. Evimizin bu alanın içine girip girmediğini merak ediyordum. Geceleri odamın penceresinden gözümü diker, uzaklığı tahmin etmeye çalışırdım. Böyle bir uzaklığın kesin olarak nasıl ölçülebileceği konusunda hiçbir yöntem bilmiyordum tabii. Ben bu ölçümü yapamazken, Amerikalılar Ay’ın Dünya’ya uzaklığını gitmeden ölçmüşler, 1969 yılında Apollo 11 aracının indiği noktayla karşılaştırıldığında yalnızca birkaç metre hata yapmışlardı.
Gökdelenin üstündeki ikinci direk bir ışık direğiydi. Her gece farklı renkte ışık yanmasının nedenini önceleri anlamamıştık. Öğrendiğimizde, kış gecelerinde, kırmızı yanması için dua eder olduk. Eminim, penceresi gökdelene bakan her çocuk, o yıllarda, kırmızı ışığın yandığı gecelerde sabahı merak ederek, en güzel düşler içinde uyumuştur. Kırmızı, ertesi günün karlı olacağını gösteriyordu; sarı sis, yeşil yağmur, mavi güneşli hava demekti. Kar yağdıysa, hele o yıllarda her kış en az birkaç kez olduğu gibi, ısı eksi on beş derecenin altına düştüyse, okullar tatil olacak, tüm çocuklar bahçeleri, sokakları dolduracaktı. O karlı günlerde, zaten toplasanız Ankara’da birkaç yüzü geçmeyecek otomobillerin hiçbiri yollara çıkmayacak, Tahta kızaklarına ya da kayabilecek ne bulurlarsa onlara binen çocuklar, şimdiki Kocatepe Camii’nden Kızılırmak’a; Kızılırmak’tan Meşrutiyet’i geçip Selanik’ten aşağıya, ta Sakarya’ya kadar tek bir otomobile rastlamadan kayacaklardı. Saçakların altından geçerken dikkatli olunacaktı, uzun buz sarkıtları düşebilir diye. O karlı gecelerde Ankara iyice sessizleşecek, bozacının sesi, çocuklarıyla birlikte lapa lapa yağan karda kartopu oynamaya inmiş büyüklerin sesine karışacaktı. Yün paltoların, eldivenlerin üstünde biriken karı temizlemek, annelerle çocuklar arasında hep tartışma konusu olacaktı. Üşüyüp sızlamaya başlayan ellerin karıncalanması, soğuktan alev alev yanması çocukları acıdan ağlatsa da kardan asla koparamayacaktı.
Gökdelen bittiğinde, alt katlarında Gima açıldı. Gima’nın yürüyen merdivenleri, o yılların çocuklarına anneleriyle birlikte alışverişe gitme zevkini aşıladı. Çünkü küçük çocukları tek başlarına Gima’ya almıyorlardı, yürüyen merdivenleri oyun haline getirmesinler diye. Büyüklerle birlikte her gidişte en azından birkaç kez inip çıkmak büyük bir mutluluktu. Luna park gibiydi çocuklar için, yürüyen merdivenler. Gima’nın olduğu katların dış duvarına iki bronz kabartma koyuldu daha sonra. Bunların ne olduğu o günlerde epeyce tartışıldı kamuoyunda. Biçimlerden biri Türkiye haritasına benziyordu ama gerçekte neydi? Soyut sanat o kadar uzaktı ki hepimize, bir şeye benzetmeye çalışıyorduk mutlaka. Anlaşılmasa da, önemli bir heykelcinin heykeliymiş denilerek saygı duyulan bu bronzlar, daha sonra anlamadıklarını yok eden birileri tarafından söküldü, kaybolup gitti. Oysa o heykeller, 1961 yılında Paris Genç Sanatçılar Bienalinde birincilik ödülünü almış bir heykelcimizin, Kuzgun Acar’ındı ve sanatsal açıdan, üstünde yer aldığı binadan daha değerliydi aslında.
Mimar Kemal İlkokulu benim sevgili ilkokulumdu. İkinci dersin teneffüsünde süt tozundan yapılma süt verilirdi. Her gün bir öğrencinin annesi evde poğaça, börek gibi bir şeyler hazırlar o teneffüste okula getirirdi. Beslenme saatinde hepimiz aynı şeyleri yerdik. Eşitlik duygusu biz çocuklar arasında kutsal bir duyguydu. Büyükler için de, çocuklar için de, paradan söz etmek ayıptı, kimse parasıyla, zenginliğiyle övünmezdi. Anneler, getirecekleri yiyeceklerin bir başka çocuğun getiremeyeceği bir yiyecek olmamasına çalışırlardı. Alçakgönüllülüğü öylesine özümsemiştik ki, yıllar yıllar sonra, televizyon kanallarının “en büyük biziz”, politikacıların, “en önemli, en başarılı biziz” türünden sözlerle kendileriyle övünmelerini ayıplamıştık. Şimdi övünme doğal bir tanıtım biçimi oldu, ama o yıllarda Mimar Kemal’de okuyan birçoğumuz hâlâ övünmeyi ayıp sayıyor.
İlk kez bir kızla el ele tutuştuğum, kalbimin göğsümden fırlayacağını sandığım yer de Mimar Kemal’in bahçesi olmuştu. O yıl, rond denilen bir dans yapacaktık bayramlardan birinde. Tüm sınıf bahçede kızlı erkekli eşleşip yürüyor, kendi çevremizde dönüyor, el ele tutuşup çeşitli figürler yapıyorduk. Son provalara bir akordeoncu da gelmiş, gösteriye müzikle hazırlamıştı bizi. İşte bu rond sırasında, sınıfın en güzel kızlarından biri benim eşim olmuştu. Ellerini tuttuğumda ne kadar heyecanlanmıştım…
Sonra hayat hızla aktı, geçti. Ortaokul’da Ankara Koleji’ne gönderdi babam beni, yabancı dil öğreneyim diye. İstanbul’da, güzel sanatlarda okudum, orada, tekstil bölümünde öğretim üyesi kaldım; evlendim, çocuğum oldu, herkes gibi soluk aldım, uyudum, uyandım. Bir yandan tekstil desenleri yaptım, bir yandan bunların nasıl yapılacağını öğrencilerime öğrettim. Ama bu mesleğimin yanında, 13 yaşımdan beri birlikte olduğum bir başka sevgilim de var. Edebiyat onun adı... Edebiyat ile başka yaşamlara, dünyaya, duygulara, düşüncelere yeni gözlerle bakabildim, kendimi daha insan hissettim. Anılarım bile edebiyat sayesinde anlam kazandı. Edebiyat güzel sanatlar alanımı, güzel sanatlar alanındaki çalışmalarım ise edebiyat alanımı destekledi.
Babam, bilim adamı olmamı çok isterdi. Bilim adamı ol da istersen örümcek bacaklarını incele, derdi. Sanatı pek bilmediğindendi belki, belki de bilimi çok önemsediğinden. Ben de şunu anladım ki, bilim adamı, ya da sanatçı olmak başka mesleklerde çalışmaya benzemiyor. Bilimi ve sanatı meslek olarak seçenler, belki çok zengin olmuyorlar, ama mutlu oluyorlar. Çünkü ilgi alanları aynı zamanda meslekleri oluyor. Bilim ve sanat, insanlığa yararlı bir şeyler yapmanın mutluluğunu duyuran uğraşlar. Soluk almak gibi, kalbin çarpması gibi sizin olan, onlarsız yapamayacağınız uğraşlar. Öyle oldukları için bilimcinin ve sanatçının emekliliği de olmuyor. Bilimi ve sanatı kimse insanın elinden alamıyor ölümden başka. Bir sanatçı ölse de sanat, başka sanatçılarca; bir bilimci ölse de bilim, başka bilimcilerce sürüp gidiyor, kutsanmış, tanrısal uğraşlar olarak ve insana insan olmayı öğreterek…
Çocukluğumda ertesi günün nasıl olacağını gösteren gökdelenin ışıkları artık yok, ama bana güzeli ve yararlıyı gösteren, yarınımın hangi hava olursa olsun umut içinde aydınlanmasını sağlayan başka bir ışık, edebiyat ve sanat var yaşamımda…




Mehmet Zaman Saçlıoğlu





Thursday, April 5, 2007

Doçent Doktor Serdar Han, Mimar Kemal Lisesi 1987.

MİMAR KEMAL LİSELİ OLMAK


İlk ve Ortaokulu bitirdiksen sonra iy bir lise arayışı içinde iken Mimar Kemal Lisesi nin Ankara’ nın en iyi okullarından biri olduğunu zaten biliyorduk bu dönemde de öğrenmiş olduk. Okul hakkında söylenenler çok olumluydu. Bence en önemlisi olan oradan mezun olanların üniversite de iyi bir yer kazanıp hayata atılamaları idi. Bu heyacanla okul kayıt zamanının açılması ile Mimar Kemal Lisesine gittim. Okul kayıt için gerekenlere bakarken benim mezun olduğum okulu almadıklarını fark ettim. Bu durum beni çok üzmüştü sanki geleceğim için ümit ettiğim şeyler dağılmıştı. Dip not olarak ek kontenjandan bahsediyordu. Eğer kayıt yaptıran az olursa dışarıdan öğrenci alacaklardı. Bu bir nebze olsun rahatlattı ama ben hemen Mimar kemal Lisesine kayıt olup yrimin sağlam olmasını istiyordum. Evde aileme anlattığımda bana başka uygun liseye gitmemi söylediler. Ama ben okulumun havasını ve ve bana verdiği güven duygusunu almış olacağım ki ek kontenjanları bekledim. İlk gün ilk sırada velim büyük amcamla Mimar Kemal Lisesindeydim. Çok mutluydum kaydımı yaptırdım. Kendimi okullar içinde en iyisinde olduğumu düşünerek eve gittim. Kendim Seyranbağlarında otururken oraya gitmem çevremde de önemli etki yaptı. İyi bir öğrenciydim ve çevrem tarafından da iyi bilinen bir okula gidince kendimi Fen Lisesi veya Anadolu Liselerinden birine girmişim gibi hissettim.
Okul yıllarım eğitim ve arakadaşlar bakımından çok güzel geçti. Öğretmenlerimizde bizimle aynı heyecanı paylaşıyordu. Hepimizin iyi bir yerlerde olacağını biliyorlardı. Özel bir eğitim alıyor gibidiydik. Konular titizlikle işleniyordu. Okulumuzun diğer okullar arasında iyi bir yerinin olduğunu ve bunun bizimde devam ettirmemiz gerektiğini defalarca vurgulanıyordu. Liseyi bitirmenin tek başına anlamı olmayacağı bunu üniversite ile süslememiz gerektiğini her defasında vurgulayıp bizi motive ediyorlardı. Bize yavaş yavaş Mimar Kemal’ lilik ruhu veriyorlardı. Üç sene kısa sürede ve mutlu bir okul ortamında geçti. Sınavlar sonucunda da baştaki hedefler tutturulmuş. Birçok arkadaşımız üniversiteye girmiş. Gene azınsanmayacak kadar arkadaşımızda derece yapmıştı. Bu başarı hepimizi gururlandırmış. Hepimizi birbirimize daha da bağlamıştı.
Üniversite yılları birbirimizi koparmamıştı hatta daha da yakınlaştırmıştı. Kazandığımız okullarda Mimar Kemal’ liler grubu oluşturmuştuk. Klasikleşmiş okullar gibi birbirimizi tutuyor sahipleniyorduk. Bizde Mimar Kemal’ lilik ruhu oluşmuştu. Herkes kendi sınıfları ölçüsünde belirli zamanlarda toplanarak birbirimizin gelişimini ve değişimini izledi. Bizden sonraki sınıfların başarılarını takip ettik ve hep gurur duyduk.
Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen halen en iyi dostlarım Mimar kemal Lise’sinde ki arkadaşlarımdır. Göz aşinası olduğum ilk kişi ile neredn tanışıyoruz diye soruya başladığımda ilk olarak Mimar kemal Lisesi mi? diyorum. Hayatım boyunca Mimar Kemal Lisesini ağızım dolu dolu, yüreğimi kabartarak söyledim. Söylemeye de devam edeceğim.

Doç.Dr.Serdar HAN
Göğüs Cerrahisi Uzmanı
Ankara Güven Hastanesi

Seyhan Livaneli, Ankara Mimar kemal ilkokulu 1959.

Seyhan Livaneli, Ankara Mimar Kemal İlkokulu.

SANAT

Dilin nasıl doğduğunu bilmediğimiz gibi, sanatın da nasıl doğduğunu bilmesek bile sanatın ilk çağlardan beri insan yaşamında var olduğunu söyleyebiliriz. Sanat deyince büyük ölçüde içinde bilgi yer alan ve farklılaşıp özgünleşerek, kendine ait yarattığı alan içinde varlığını sürdüren, asıl işlevi ne olursa olsun kendine ait biçimsel estetiği taşıyan üretimler olarak düşünebiliriz.
İlkel çağlarda insanlar, imgeleri bakılacak güzel şeyler olarak değil de kullanılacak güç nesneleri olarak gördükleri bir yaşam içindeydiler. Tarihsel yolculuğunda insanoğlu nesnelere, giderek kendi dünyasında başka gözlerle bakmaya çalışmış, onları kendi dinamiklerinde değiştirmeyi, farklılaştırmayı öğrenmiş; dünyayı, katı gerçekliği algılamada salt bir yolun olmadığını, akılsal algılama yanında düşsel, tinsel algılamaya da sahip olduğunu anlamaya başlamıştır. Bu anlayış ve yaklaşım, tarihin evrelerinde farklı doz ve seviyelerde, farklı biçim ve şekillerde insan yaşamında hep var olmuştur.
Sanayi devriminin ardından bilim-teknikte yaşanan büyük gelişmeler, toplumsal yaşam üzerindeki ağırlığını belirgin ve yaygın bir biçimde hissettirmeye başlamış, makineler ve teknoloji ürünü bir çok cihaz, insanlar üzerinde belirgin bir etkinlik kurmuş ve onları yönlendirmeye başlamıştır. Özellikle 2. Dünya savaşını izleyen dönemlerden sonra giderek yoğunlaşan kitle iletişim araçlarında yaşanan ilerleme ve çeşitlilik, bu gelişimle ortaya çıkan yeni yaşam biçimi toplumsal yaşamda büyük değişimlere yol açmıştır. “Bu kitle toplumu içinde yaşayan bireyler ( ve tabii bizler), artık çok yakından ve bizzat günlük yaşantımızdan da bildiğimiz gibi, uzaya atılan her haberleşme uydusuyla biraz daha kolay ve sorunsuz yönlendirilir (manipule edilir) konuma gelirken, devreye giren her yeni bir televizyon kanalı ile de bir kez daha” edilgence izleyici konumumuzu sürdürdüğümüz görülmektedir (Teber 1990 ;10).
Özellikle kitle iletişim araçlarında gelinen ‘akıl almaz’ yeni gelişmeler ile dünyamızda her toplumsal yapının geçmişe göre yapısal ‘yeni bir durum’ içindeki kültür ile karşı karşıya kalması söz konusudur. Özellikle 1980 sonrası Amerika ve Avrupa’da belirginlik kazanan ve ekonomik sorunların ötesinde, ağır ekolojik-kültürel ve de özellikle psişik krizlerle süren bu “High-Tech-Kapitalizm” evresine artık genel olarak post-modern dönem adı verilmektedir” (Teber 1990 ; 10). Bu sürecin 1970’lerin başından beri oluşmaya başladığını söyleyen Wood (1996)’a göre de söz konusu yeni dönemin kültürel dönüşüme karşılık gelen tanımı ‘postmodernizm’dir (Wood 1996;117).
Fredric Jameson (1992) ise “Post-Modernizm” adlı kitabına alt başlık olarak “Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı” demiş ve postmodernizmin kültürel işleyiş ve görünüme ait kavramı aktardığına işaret etmiştir. Bunlarla beraber dünyada toplumsal yaşamın son yıllarda yoğun yeni bir dönüşüm içine girmesini getiren gelişmelerin etkisini daha çok kültürel üretim-tüketim üzerinde gösterdiğini başka yazarlar da ileri sürmüşlerdir1
Jameson (1992)’a göre Postmodern durum ile 1950’lein sonu ve 1960’ların başlarında karşılaşılmaya başlanmıştır. Yazar, yapısal nitelikli söz konusu gelişmelerin kültürel/sanatsal alana yansımaları konusunda kültürün geçirdiği yoğun değişimden ve gelişimden söz etmekte, bunun, postmodernizmin izlenişinde önemli ipuçlarından birini oluşturduğunu ileri sürmektedir. Yazara göre postmodern yeni durumda metalar dünyasının büyük ölçüde yayılımı ; gündelik yaşamın içinde olup-bitenlerin doğrudan, geniş boyutlarda ve tarihsel yönden özgün bir biçimde kültüre işleyişi söz konusudur. “Postmodern kültürde “kültür”, kendi içinde bir ürün olmuştur; pazar kendi kendisinin ikamesini gerçekleştirmekte, ve gerçek anlamda, kapsamına aldığı nesnelerin herhangi biri kadar metalaşmaktadır.... Postmodernizm bir süreç olarak , salt metalaşmanın tüketimidir...Bugün (artık) estetik üretim genelde meta üretimi ile bütünleşmiş durumdadır: Daha geniş ciro sağlayacak şekilde (giysiden uçağa kadar) sürekli daha yeni görünen ürünlerin imal edilmesine yönelik çılgın ekonomik zorunluluk ( söz konusudur)” (Jameson 1992 ; 10-34).
Bütün bu yeni gelişmelerin sonucu olarak yeryüzünün bugünkü kültüründe geçmiş dönemlere göre çok daha hızlı bir ‘pazar için üretim’ yoğunluğu gözlenmektedir. Ancak bu yoğunlaşma ürünlere derinlikten yoksunluk, bir tür ‘yavan etki’ biçiminde yansımıştır. Postmodern durumun sonuçlarından birisi olarak görülen bu gelişim genel olarak kültürde ‘yüzeyselleşme’ şeklinde tanımlanmaktadır. Bu yüzeyselleşme ise bütün kültürel üretimlere duyguların-soyutlama ve düşlemlerin silinmesi yönüyle etkide bulunmaktadır (Jameson 1992; 38).
Popüler kültürel işleyişte karşımıza bu görünümler çıkarken postmodern oluşumlar, popüler kültürel işleyişe ve bu işleyişin içinde üreyen sanata (popüler sanata) yeni bir boyut getirerek onun görünümüne ‘yüzeysellik/derinlikten yoksunluk’ , ve ‘duygu yönü zayıf’’ etkiyi yaygın olarak katmıştır. Bu gelişmeler ise popüler kültürel alan içinde tarihsel arka planı 19. yüzyıl’a uzanan ve kitsch olarak adlandırılan oluşuma, bu oluşum içinde yaygınlaşan beğeninin kolay üretilip-tüketilmesine yardım eden durumlardır.
KÜLTÜR ve SANAT
Kültür ile sanat kavramlarının, birbirinin yerine eş anlamlı ya da birlikte kullanma eğilimi oldukça yaygınsa da, kültür ile sanat benzeş ya da özdeş değildir. Her sanat olayı, kültür olgusu sayılabilir ancak, her kültür olgusu veya varlığı sanat değildir. Hemen her sanat dalı bir tür kültür olayı veya sorunu ile ilgili olduğu halde, kültür ve öğeleri sanatla sınırlı değildir. Kültür kavramının temel kurum ve değişkenleri; Tarihi kaynaklar ve töreler, Aile ve akrabalık, Bilim-sanat ve eğitim,Yerleşmeler, Üretim-tüketim, Din-devlet ve yönetim, İnsan(nüfus), Dil ve kişilik-sistemi, Doğal çevre'dir. Bu anlamda müzik, kültürel bir alan olmaktadır. Dolayısıyla, müzikle ilgili değerlendirmelerin kültür olgusu ile birlikte ele alınmasında yarar bulunmaktadır.


SEYHAN LİVANELİ

Wednesday, April 4, 2007

Mimar Kemal Lisesi, Konuşmacı konuğumuz 1976 mezunumuz Prof. Dr. Ziya Güvenç.


Mimar Kemal Lisesi, Konuğumuz Prof. Dr. Ziya Güvenç.


Mimar Kemal Lisesi öğrencileri Prof. Dr. Ziya B. Güvenç' i dinliyorlar.


Mimar Kemal Lisesi.


Mimar Kemal Lisesi, Ziya B. Güvenç ve Süleyman Yüzübenli.


Mimar Kemal Lisesi, Ziya B. Güvenç ve Süleyman Yüzübenli.


Mimar Kemal Lisesi, Osman Yaman, Ziya Güvenç, Süleyman Yüzübenli, Deniz Levent Yüzübenli.


Mimar Kemal Lisesi, Ziya Güvenç, Edhem Bulut, Osman Yaman.


Mimar Kemal Lisesi; Deniz, Hasan Kababulut, Ziya Güvenç, Edhem Bulut, Osman Yaman.


Mimar Kemal Lisesi öğrencileri ve Doçent Candan Gürakan, ODTÜ.


Candan Gürakan, Mimar Kemal İlkokulu 1971, Mimar Kemal orta okulu 1974, Mimar Kemal Lisesi 1977, ODTÜ Gıda Mühendisliği 1982.


Asım Uysal, Mimar Kemal İlkokulu 1969, Mimar Kemal orta okulu 1972, Atatürk lisesi 1972, ODTÜ Elk. 1980. Yüksek Elektronik Mühendisi


Veli Deper, Nacim Asım ve Mimar Kemal ilkokulu ve orta okulu mezunu, Yüksek Elektronik Mühendisi, Asım Uysal


Asım Uysal ve Mimar Kemal Lisesi öğrencileri Veli Deper, Nacim Asım.


Prof. Dr. Ozan Tekinalp, Mimar Kemal Lisesi 1976.


Tuesday, March 27, 2007

Bilgin Kaftanoğlu, Ankara Mimar Kemal İlkokulu 1950.

Mimar Kemalli ve Sonraki Günlerim!


Benim Mimar Kemalli günlerim 1945 yılında başladı. O yıl babam şimdiki Seyranbağları semtinde bir bağ evi almıştı ve biz de oraya taşınmıştık. En yakın ilk okul Mimar Kemal olduğundan annem beni Yüksel Caddesindeki Mimar Kemal İlk Okuluna (yeni bina ) kaydettirmişti. Okul başlamadan önce siyah önlük ve beyaz yaka ( resimde görüldüğü gibi ) alındı, çantam, defterim ve kalemlerim hazırlandı. İlk gün okula annem götürdü.
Öğretmenimiz Leman Saydam’ın sınıfına girdik. Annem de benimle sıraya oturdu. Öğretmenimiz bir süre sonra velilerin ayrılmalarını isteyince annem de ben de göz yaşlarımızı tutamadık. Leman hanım bu durumu görünce anneme “ bugün beraber eve dönünüz, ama yarın Bilgin’i mahallenin çocukları ile beraber yollayınız, siz getirmeyiniz” dedi. Ertesi gün ben de mahalledeki ağabey ve ablalarımla beraber yürüyerek okuluma geldim. O zamanlar öğrenci servisi gibi olanaklar yoktu. Yani okul hayatım böyle başladı! Göz yaşlarından mutluluğa!
Öğretmenimiz Leman Saydam ömür boyu unutmadığım, çok saydığım ve sevdiğim seçkin bir hanımefendiydi. Derslerde bize anlayış ve şevkatla yaklaşır ve öğrenmemizi kolaylaştırırdı. Teneffüslerde okul bahçesinde dolaşır ve arkadaşlarımızla oynardık. Ben sınıfın iyi öğrencileri arasındaydım. Arkadaşlarımızla bir uyum içindeydik. Bazıları ile halen 62 yıl sonra da yakın arkadaşlıklarımız devam ediyor.Boş zamanlarımızda ve akşamları birlikte hikaye kitapları okurduk. O zamanlar televizyon, bilgisayar gibi cihazlar olmadığı için yalnızca radyo ile yetinmek zorunda idik. Çocuklar için en güzel radyo programı, Cumartesi günleri saat 17:00 de yayınlanan ve Ayşe Abla’nın ( Şimdiki Ayşe Abla Kolejinin kurucusu Neriman Hızıroğlu) sunduğu Çocuk Saati programı idi. Temsiller, diziler ve şarkılar yayınlanırdı. Çocuk oyunculardan en başarılısı da Kartal Tibet idi.
1950 yılı haziranında Mimar Kemal İlk Okulundan Pekiyi derece ile mezun oldum. O zaman okulun orta ve lisesi yoktu. Bu nedenle babam benim TED Ankara Kolejinde devam etmemi istedi. Yabancı dilde eğitim yapması bizim için önemli bir tercih nedeni idi. TED orta okulunu bitirdim ve orada liseye de devam ettim. Onuncu sınıfı bitirdiğimde, ABD’deki AFS kuruluşunun Amerika’da bir lisede okuma bursunu alan ilk erkek öğrenci oldum. O zaman orta ve liselerde erkekler ve kızlar ayrı sınıflarda ve binalarda okurlardı. Liseler de dört yıldı.
Amerika’daki Minneapolis şehrindeki bir lisede , aldığım derslere ve notlara bakarak beni son sınıfa, yani on ikinci sınıfa aldılar. Benim yaşımda çocukları olan bir ailenin yanında yaşayarak okulumu pekiyi derece ile bitirdim ve ülkeme döndüm. O zaman benim sınıf arkadaşlarım Türkiye’de son sınıfı okuyorlardı. Ben önce derece ile öğrenci alan Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümüne kaydoldum. Daha sonra da o yıl (1956) ilk defa açılan Orta Doğu Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği Bölümünün sınavlarını kazanarak üniversite öğrenciliğime devam ettim. Üniversite eğitimim de zevkli ve başarılı geçti. 1960 yılında üniversite birincisi olarak mezun oldum ve hocalarımın bulduğu bir burs ile İngiltere’de, Londra Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora çalışmalarına başladım.Yüksek lisansı da birincilikle bitirerek doktora çalışmalarıma devam ettim.Doktora çalışmalarımı, üniversitede ve sanayide çalışarak 1966 yılında tamamladım. Aynı yıl Kanada Bell Telefon Laboratuvarlarından aldığım bir teklif sonucu Ottawa’ya gittim. Bilgisayar uygulamaları konusunda araştırmalar yaptım ve ayrıca Ottawa Üniversitesinde de dersler verdim ve tezler yönettim.
1969 yılında mezunu olduğum Orta Doğu Teknik Üniversitesine öğretim üyesi olarak döndüm. ODTÜ de sırasıyla Makina Mühendisliği Bölüm Başkan Yardımcılığı, Bölüm
Başkanlığı, Araştırma Enstitüsü ( MATİMAREN) kurucu başkanlığı görevlerini 1971-81 arası yürüttüm. 1981-84 arası Amerika Birleşik Devletleri, Oklahoma State Üniversitesinde profesör olarak Bilgisayar Destekli Tasarım ve İmalat alanında dersler verdim, tezler yönettim ve bir araştırma merkezi kurdum. 1984 yılında ODTÜ’ye döndüğümde, burada da bir Bilgisayar Destekli Tasarım, İmalat ve Robotik ( BİLTİR ) merkezi kurma çalışmalarına başladım.1984-87 yılları arasında tez çalışmalarını yöneten Fen Bilimleri Enstitüsüne Müdür oldum.Ayrıca 1986 yılında Makina Tasarım ve İmalat ( MATİM ) Derneği kurucuları arasında yer aldım. 1987 yılında ise bütçe, yatırımlar ve bilgisayar işlerinden sorumlu Rektör Yardımcısı olarak başladığım göreve 1992 yılına kadar devam ettim. BİLTİR Merkezini 1992 yılında hizmete açtık.
ODTÜ ile 1969 yılından bu tarihe kadar öğretim üyesi olarak devam eden beraberliğim sırasında Makina Tasarımı ve İmalatı , Bilgisayar Destekli Tasarım ve İmalat ( CAD/CAM) alanlarında dersler verdim, 180 üzerinde yayın yaptım ve 80 üzerinde yüksek lisans ve doktora öğrencisi yetiştirdim. Halen bu alanlardaki çalışmalarıma devam ediyor ve Atatürk’ün bize işaret ettiği “ Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir” doğrultusunda ve onun ilkelerine bağlı gençler yetiştirmeye çalışıyorum.
Prof.Dr.Bilgin KaftanogluMakina Mühendisliği BölümüOrta Doğu Teknik ÜniversitesiAnkara 06531Tel:(90)(312)2102574 or 2105225 Fax:(90)(312)2102536e-mail:bilgink@metu.edu.trWeb-site: http://www.me.metu.edu.tr/kaftanoglu

Hakan Sürsal, Mimar Kemal Lisesi 1979.

Kesit
Büyükçe bir çanta vardı, elime yapışan. Kitaplar... Mürekkep korkusu satır başında yoğunlaşan. Defter kapları; kırmızı, lacivert... şeffaf. Sivilcede patlayan ergenlik adımları.
Ah! o sabah uykularımı bölen Mimar Kemal’in henüz çalmamış ders çanları.
Yürürdük.
Anadolu’nun göbeğinden bir esinti üflerdi Ankara Sancağını. Yollara dökülürdük, yokuş aşağı, biraz mahmur; büyürdük.
Anılar kuyu gibi bir şey. Ne kadar eşelersen o kadar iniyorsun derinlere. Kimi zifir, kimi ışıyor bir ucu güneşe yaslanan tünellerde. Dumanı tüten bir başkent kışında kartopu olmak kolay değil. Yuvarlandıkça kararıyor insan. Ta ki okul kantininden sosisin suyuna banılmış ucuz sandviçi alana kadar.
Ağlamak neden bu kadar zor. Alman’cası nasıl akar gözyaşının, Ayten Öğretmenim?
İstemiyorum büyümek, büyüdükçe ölüyorsunuz. Elimde kala kala birkaç fotoğraf kalıyor hepsi siyah beyaz; hepsi lacivert formalı, kahverengi sıralı, kara tahtalı...
Rengarenk tebeşirli...
Sen! Kulağımı şefkatle çimdikleyen matematik; fizik, kimya... coğrafya...
Sıfat tamlamalarım, kimlik arayışlarım, ilk aşklarım... yaşlarım....
Ah! o kömür sabahlarında örtündüğüm ana kokulu gaz maskesi!
El örgüsü kaydırağım.
Neredesiz?
Kim oturuyor şimdilerde cam kenarındaki tahtıma? Kopyalarım duruyor mudur hâlâ duvarda? Ya Ahmet, Ufuk, Ertuğrul, Çetin? Doktor olmuşsun duyduğuma göre Sevgili Cihat. Sen de mühendis Sevgili Nurhan. Meltem’in üçlüğüyle kazandık maçı yine. Yalan! Üç sayı yoktu bir zamanlar. Sol yumruğunun diklenişi nereyi morartıyor şimdi, Ali İhsan?
Mimar Kemal!
O kadar uzak, bu denli yakın. Avluda güz açılışları, sınıfta kış sıcaklığı, Tunalı’da bahar kaçamağı... O kadar uzak...
Bu kadar yakın.
Hiç unutmuyorum, bir gün... Hiç unutmuyorum, bir ders... Hiç unutmuyorum, bir sınav...
Hiç unutmuyorum Sevgili Bahadır Öğretmenim, senden öğrendiğim tarihi!
Elimde çürük dünya ve ben. Cebimde sevdanın tüysüz soluğu ve ben. Bir jeolog, bir yanardağ ve ben. Diklenme bana Mimar! Biz Kemale lavla erdik.
Sabah ayazı, uyan!. Pazartesi? İstiklâl Marşı.
Salı? Türkçe sınavı.
Çarşamba?
Boykot!
Perşembe?
Helada izmarit.
Cuma?
Son teneffüs.
Cumartesi?
Ölene kadar saygı duruşu!
Tüm öğretmenler adına
Mezuniyet safında Mimar Kemal’in...



Hakan SÜRSAL

Ahmet Fatih Ören,Ankara İkinci Mimar Kemal İlkokulu 1969, Mimar Kemal Orta Okulu 1972.

Yüksel Caddesi üzerinde yan yana bulunan ve o zamanki adlarıyla 1. Mimar Kemal ve 2. Mimar Kemal olan ilkokullardan, ikincisinde resmi eğitim ve öğrenim hayatına başladıktan sonra, ortaokul olarak da Mimar Kemal Ortaokulu’na gittim. Bu ortaokul, daha sonra “Mimar Kemal Lisesi” kimliğiyle işlevini yapmaya başlamış ve geçen süreye paralel olarak gönlümüzdeki yoluna da devam etmiştir.
Bilim yolunun bu önemli konaklama tesislerinde bulunmuş olmanın, ayrıca gurur verici olduğuna inanıyorum.
Öne çıkarak veya daha ileriye giderek ayırımcı olmak değil, arkasındakileri de kendisine çekerek büyük olabilmek, aynı zamanda örnek olmak çok önemlidir. Bir yerlere sığmamak veya bir yerlerden taşmak değil, boş olan yerleri doldurmaktır esas olan. Yararsız bir büyüklüğe değil, sevilecek ve saygı duyulan bir büyüklüğe sahip olmak zorundayız.
Bilim büyültür ama her zaman sevdirmez. Başka bir deyişle, sevdiğimiz gözümüzde her zaman büyüktür ama her büyük olan mutlaka sevilecektir diye bir kural yoktur.
Öğrenim hayatımız ve sonrasında sürekli öğreniyor/öğretiyor ve belki de adımız hep bilimle anılıyordur. Derdimizi birkaç dilde ifade edebiliyor da olabiliriz. Ama yine de, “kale’m, kalem’dir” demekle, kendimi savunmam veya varlığımı sürdürebilmem yalnızca kılıcımla yani bilimle oluyor demek istemiyorum. Kalem, sadece yaşamamı ve ilerlememi sağlayan bir bilim değil, aynı zamanda duygularımı kağıda döktüğüm bir araçtır.
Acıktığımız zaman aklımıza yalnızca doymak gelir. Ancak ne yiyeceğimizi elde ettikten sonra, lezzeti de ararız. Her arzunun bir gerçekleşme sırası vardır ve sırf çok çalışarak zamanından önce hedeflerimize ulaşacağımızı düşünürsek, ilerleyen zaman içerisinde yanıldığımızı anlarız.
Yapılması gereken bir işin veya görevin sonucu ne olursa olsun, çalışırken zevk almayı düşünmeliyiz. Kısaca, işimizi severek yapmalıyız
Yapılan işin kazanım veya getirisinin sadece bilimde ilerleme veya şöhret kazanmak olduğunu düşünmek yanlıştır. Ne olması gerektiği ile ilgili olarak, boş şeylere sevinmektense, sevinilecek dolu şeyler yapılmalı diyebilirim.
Hayatta, hep 2-D ’ye sahip olmaya çalışmalıyız. Bunu açacak olursam, hem Düşünceli hem Duygulu olmalıyız demek istiyorum. Bir örnekle açıklamak gerekirse, kirli olduğunu düşündüğümüz bir bardağa en sevdiğimiz içecek de konulsa, o bardağa yanaşmayız. Burada bardağı düşünce, içeceği de duygu olarak alıyorum.
Bir ton anlatmak istediğimizi, bir dizeyle anlatarak hem düşündürüyor hem de duygulandırabiliyoruz. Örnek olarak
“ Ben kendimle kaldığım an baş başa
O zaman başlar büyük bir kargaşa ... “
diyerek yalnızca düşündürmüyor, müzikal bir akışta bir söz mimarisini de ortaya koyabiliyoruz.
Demek istiyorum ki, yaşadığımız sürece sadece bilim yaparak mutlaka bir yerlere gelebilir ve saygınlığı olan bir konumu elde edebilirsiniz. Bunu, “zorlamayla” herkes de yapar. “Sevdiğiniz kadar Sevilirsiniz” gerçeği ise ancak sanat ve edebiyat yoluyla olur.
Nota bilmek beste yapmayı sağlamıyor ama nota bilmeden beste yapmanın zorluğunu da, bunu yapanlar anlar. Bir şeyler bilmek ve bir şeyler yapabilmek için güzel bir ortamın olması da gerekiyor, ve ne mutluluk ki önce kendimizi daha sonra da yakın çevremizi “hiç aramadan” bulabileceğimiz müthiş bir musiki ve edebiyat dünyamız var ve “başkaları olmaya çalışmazsak”, bu havayı hep soluyabileceğiz.
Mimar Kemalliler Derneği’nin kurucusu olan ve hep kendisi gibi değerlerle çalıştığına inandığım için bence bu derneğin her şeyi olan arkadaşımın, benden belki de bilime dayalı bir şeyler yazmamı istemesi, beni benden alarak, biraz uzaklara götürmüş oldu. Mimar Kemallilerin, bizden sonra da “bilim” ve “sanat” dünyasına hep kazandıracaklarına inanıyorum.
Saygılarınla,
Ahmet F. ÖREN
TUSAS Aerospace Industries, Inc. (TAI) - PQA-Engineer
Tel: (90-312) 8111800 / 5529
Fax: (90-312) 8111425
E-mail: aforen@tai.com.tr

Noyan Özkan, Ankara Mimar Kemal İlkokulu, 1964.

Mimar Kemal öğrencileri için
27.03.07
Sevgili öğrenciler,
Yaşamımızı sürdürmemiz için gerekli olan hava, su ve topraktan oluşan çevremizi
yalnızca kendimiz için değil gelecek kuşaklar için de korumak zorundayız.
İnsanlar çılgıncasına bir tüketim alışkanlığı ve rant hırsı ile ormanlara, kıyılara,
su havzalarına, topraklarımıza saldırıyorlar, bitkileri ve hayvanları yok ediyorlar.
Hayatta her şeyi; para, inşaat, otomobil gibi nesnelerle ölçmek ve bu amaçla doğayı
yok etmekle nereye varacağız? Nesli tükenen bitki ve hayvanlarla, kurutulan göllerle,
kanalizasyona dönüşen nehir ve derelerle, insanoğlu ekolojik sistemi çökertmekte ve
kendi acıklı sonunu getirmektedir.
Anayasamızın 56.maddesine göre; ‘’ Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.’’
Bu durumda, siz sevgili Mimar Kemal’li öğrencilere , havamızı, suyumuzu ve toprağımızı kirletenlerle mücadele etme ödevi anayasayla verilmiştir.
Son sözü Mahathma Gandhi’ye bırakıyorum;
‘’Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil.’’
Sevgi ve saygılarımla
Noyan Özkan
İzmir.
27.03.2007

Melda Yenerim Evren, Mimar Kemal Lisesi 1984

Bir okulu bitirmek
Liseyi bitirmek
Yeni bir yaşama adım atmak
Geri dönüp bakacağım, özleyeceğim, tutkunu olacağım belki o zaman aklıma gelmezdi
Ama evime yakın olmasına rağmen okulumun önünden her geçişimde aklıma üşüşen anılara hiç bir şey engel olamıyor. Her geçişte mi? Evet, her geçişte....
Okul yarım gün...
Ama sanki her anımız orada geçmiş gibi...
Yıllar içinde anıların yanına bir de özlem katıldı
Yıllar sonra bir mail grubumuzun olduğunu duymak, gruba katılmak, eski dostları bulmak, buluşmak... tarifsiz duygular...
Belki de yaşla beraber artan özlem gençlik yıllarına duyulan özlem. Ne olursa olsun ben Mimarkemalli olmaktan, arkadaşlarıma yeniden kavuşmaktan, okulum için birşeyler yapmaktan büyük gurur duyuyorum.
23 yıl önce bir mezun olma ünvanını alarak çıktığım kapıdan yaklaşık 14 yıl sonra okulun öğretmenlerine hizmetiçi eğitim vermek üzere geri girmiştim.
Bir heyecan....
Kimleri göreceğim, beni tanıyacaklar mı? Ben onları tanıyacak mıyım??
Ahmet Manav hemen karşıma çıktı, beni tanımadı. Öğretmenler salonda toplanmıştı. Pek çok yeni öğretmen vardı. O sırada Ümit Kiraz salona girdi. Artık heyecan diz boyu, bacaklarım titriyor.
Anlatmaya başladım. O sıradaki görevimden bahsettim. Konumuz “etkili iletişim” di.
Ertesi güne kadar sabretmeye karar verdim. Ertesi sabah söze ben de bu okulun ve sizlerin öğrencisiyim diyerek başladım. O gün ara sıra anılarımı tazeledim. Bahsetmeden duramıyordum.
Üçüncü gün Ümit Hocam elinde not defteri ile geldi
Beni bulmuştu. Kocaman bir yumruk boğazımda ve kalbimde. Hem ağlamak hem gülümsemek istiyorum...
İşte ben bu okulun çocuğuyum geçmişte, o an ve gelecekte......
Melda Yenerim Evren 1984